• BIST 10081
  • Altın 2945.964
  • Dolar 34.757
  • Euro 36.7352
  • İstanbul 17 °C
  • Ankara 9 °C
  • İzmir 16 °C

31 Mart Vakası ve Tarihin Tekerrürü

Recep Canpolat

30 Mart 2014 tarihinde yapılacak olan yerel seçimlerin debdebeli bir o kadarda sancılı geçecek olması, tarihi olayları aklımıza getirdi.

Bugün yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının, Ak Parti Hükümeti tarafından “Hükümeti Yıkmaya Çalışmak ve Milli İradeye Darbe” olarak nitelendirilmesi ve buna mukabil, yapılan adli operasyonların Hükümet tarafından sekteye uğratacak manevralar ile durdurulması, kamuoyunda “Hukuk Rafa Kaldırılıyor” yorumlarına neden oldu.

Özellikle Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonlarında, görev yapan polis şefleri ile hâkim ve savcıların görevden alınmaları kamuoyunda “Ak Parti Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturmalarını kapatıyor” algısına yol açtı.

Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, TBMM Grup toplantısında açıkladığı Başbakan Erdoğan’ın küçük oğlu Necmettin Bilal Erdoğan ve kızı Esra Albayrak’ın Yönetimde bulunduğu TÜRGEV’e 99 milyon 999 bin 999 dolar para transfer edilmesinin arkasındaki gelişmelerin açıklanmaması, başta sosyal medya olmak üzere, kamuoyunda Ak Parti’nin aleyhinde tartışmalara yol açmış gibi görünüyor.

Diğer taraftan, ATV ve Sabah Gazetesi’nin Kalyon Gruba satışı ile ilgili, devlet ihalesi alan işadamlarının telefon görüşme tapelerinin internete düşmesi, Ak Parti üzerinde yolsuzluk hörgücünün oluşmasına neden oldu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yapılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını, “Milli İradeye Darbe” olarak nitelemesi ve bu olayları paralel devlet tarafından organize edildiğini açıklaması, Türk kamuoyunda pek itibar görmüşe benzemiyor.

Başbakan Erdoğan’ın sözde paralel devletin başı olarak gördüğü Fethullah Gülen hakkında, Haşhaşın, Âlim Müsveddesi, Gülen Cemaatini ise kirli örgüt, vatan haini güruh, Cemaatin yayın organlarına ise kara propagandanın merkezi olarak nitelemesi, dönülmeyen bir yola girildiğini gösteriyor.

GEZİ OLAYLARI SONUN BAŞLANGICI

Gezi Olayları ile başlayan 17 Mart Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonları ile zirve yapan Ak Parti Hükümeti’nin “Darbe ve Hükümete Kalkış” söyleminin altındaki tarihi gerçekleri iyi yorumlamak gerektiğini düşünüyorum.

Bu olayları yorumlamadan önce tarihi olaylara göz atmakta yarar var.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Gezi Parkı’nın bulunan alana Taksim Topçu Kışlası’nı yeniden yapılacağı ve ısrarla bu alanın içine Şehir Müzesi inşa edileceği beyanatıyla, Gezi Parkı olaylarının rayından çıkmasına neden olmuştu. Bununla da yetinmeyen Başbakan Erdoğan’ın talimatı ile polisin eylemcilere sert müdahalesi, Gezi Olaylarının tüm Türkiye’ye yayılmasına yol açmıştı.

Gezi Olayları ile başlayan sürecin içinde yer alan bir mekân “Tarihin Tekerrür Etmesindeki” en önemli olgu olarak önümüze çıktı: Taksim Topçu Kışlası…

Taksim Gezi Parkı Eylemi'ne neden olan ve Başbakan Erdoğan'ın inşa etmeyi planladığı Topçu Kışlası, tarihin en karanlık noktası olan 31 Mart Vakası'nın merkezi olduğu, kirli bir geçmişi bulunuyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin, 16 Eylül 2011 tarihinde aldığı kararla Kentsel Tasarım Projesi ile bir bütünlük içerisinde değerlendirilerek tekrar inşa edilmesi kararlaştırılan Taksim Topçu Kışlası, yapıldığı III. Selim döneminden inşa edilen tümüyle yıkıldığı 1940'a kadar İstanbul'un belleğinde önemli izler bırakmış bir yapıdır.

Topçu Kışlası’nın tarihindeki en önemli olay, 31 Mart Vakası sırasında ve sonrasında yaşanmıştır. 1909 yılının 12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gecesi, Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı askerler, subaylarına karşı ayaklanarak Heyet-i Mebusan'ın önünde toplanmışlar ve İttihat Terakki hükümetinden şeriata uygun yönetim istemişlerdir. Uzlaşma yolunu seçen Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi istifa etmişti.

Rumi 31 Mart 1325 tarihinde gerçekleşen kirli ayaklanmada Taksim Topçu Kışlası önemli bir rol üslenirken, 31 Mart 2014 sabahı yerel seçimlerde sandığa yansıyacak sonucun, Taksim Topçu Kışlası’nı 105 yıl sonra yine başrole oturtacak gibi görünüyor.

Gezi Olayları’nın tetiklenmesine neden olan Taksim Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmek istenmesi, Ak Parti Hükümeti ile İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin tarihi misyonunun örtüştüğünün en büyük göstergesi olarak önümüze çıktı.

Diğer taraftan Derviş Vahdeti’nin Adem-i merkeziyetçi görüşlerine de yer veren tavrı ve Volkan Gazetesi’nin yayınları ile Fethullah Gülen’in tavrı ve Taraf-Zaman Gazeteleri’nin yayınları, tarihi süzgecin içinde yer alan aktörler olarak yorumlanabilir. Ancak günümüzde birbirleri ile çatışan görüş farkları olsa da, özünde hükümetin icraatlarını hedef alan söylemleri ile örtüştüğünü ifade edebiliriz.

Bununla beraber, 31 Mart 1325 Vakasında gazeteci Hüseyin Cahit sanılarak öldürülen Lazkiye Mebusu Aslan Bey ile günümüzde AK Parti Hükümeti’nin dış politikadaki hasmı Suriye diktatörü Lazkiyeli Beşar Esad’ın yer alması, tesadüfün kancalı iğne deliği olsa gerek. (Esad Arapçada Aslan demek)

31 Mart 1325 Ayaklanmasında Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçmişti. Diğer taraftan Gezi Parkı Olayları ile başlayan ve 17 Aralık 2013 tarihinde zirve yapan operasyonlarda ise Recep Tayyip Erdoğan Cumhuriyet Hükümeti, direniş yolunu seçerek farklı bir bakış tarzına yöneldi.

31 Mart Vakası ile 31 Mart Sabahı, “Eğer alınsaydı ibret, tarih tekerrür etmezdi elbet” sözü, yerini bulacak gibi görünüyor.

31 MART VAKASI

31 Mart Vakası (31 Mart Olayı ya da 31 Mart Hadisesi), II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanmadır. Rumî Takvim'e göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılır.

Meşrutiyetçi hareketin en güçlü kanadı olan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin iktidarı tam olarak ele geçiremeyerek dolaylı bir denetim kurması ve İngilizlerin İttihat ve Terakkicilere söz geçiremeyeceğini fark etmesi, politik istikrarsızlığa yol açmış, halk arasında da yaygın çalkantılar doğurmuştu. Bu koşullar bazı muhalefet gruplarının kısa sürede İttihat ve Terakki'ye karşı İngilizlerin de desteğiyle birleşmelerine zemin hazırladı. Politik istikrarsızlık ve çatışmalar, İttihat ve Terakki'ye muhalefet eden tanınmış gazetecilerin ajanlar tarafından öldürülmesiyle daha da şiddetlendi. Bununla birlikte İttihat ve Terakki içinde de sorunlar bulunmaktaydı, teşkilatın İngiliz taraftarı Manastır kolu ile Alman taraftarı Selanik kolu arasında rekabet yaşanmakla, o dönemde Alman taraftarı Selanik kolu, azınlık durumuna düşen Manastır koluna üstün gelmişti. Bu durum bu partinin Manastır kolunun bir kısmını da saf değiştirip muhalefet ile işbirliğine yöneltti.

Diğer taraftan İngilizlerin böyle bir ayaklanmayı teşvik etmesinin nedeni de Berlin Antlaşması sonrası, Mısır'ın kendince işgali sonrası giderek kendi ekseninden uzaklaşıp, hızla rakibi Almanya eksenine doğru kayan ve II. Meşrutiyet sonrası da bu durumu sürdüren Osmanlı İmparatorluğu'nu kendi saflarına çekme isteğinden kaynaklanmaktaydı.

Derviş Vahdeti'nin yayımladığı İngilizler tarafından finanse ve himaye edilen ve Adem-i merkeziyetçi görüşlerine de yer veren Volkan Gazetesi, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'nin yayın organı durumuna geldikten sonra özellikle İttihat ve Terakki'nin uygulamalarından zarar gören alaylı subaylar üzerinde etkili oldu.

12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece (31 Mart 1325) Topçu Kışlası’ndaki askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan'ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükümet üyeleri tek tek istifa etti. İsyancıların kurduğu yeni hükümet İngilizler tarafından desteklendi.

Adliye Nâziri Nâzım Paşa İttihatçı Ahmet Rıza Bey sanılarak isyancılar tarafından linç edildi. Aynı şekilde Lazkiye mebusu Aslan Bey de gazeteci Hüseyin Cahit sanılıp öldürüldü. Tahsilsiz ve alaylı olan askerlere halk arasından cahil ayak takımından hamallar ve bazı dindar kimseler de din elden gidiyor propagandalarının etkisiyle katılmıştı.

Ayaklanma Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmediler. Bazıları İstanbul'dan uzaklaşırken, bazıları da kent içinde gizlendi. Bu arada ayaklanmacılar İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükümetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla, II. Abdülhamit yeniden duruma egemen oldu. Ayaklanmayı başlatan muhalefet ise, herhangi bir programdan yoksun olduğundan önderliği elde edemedi.

İstanbul'da denetimi elinden kaçıran İttihat ve Terakki asıl güç merkezi olan Selanik'teki 3. Ordu'yu harekete geçirdi. Böylece ayaklanmayı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu. Ayaklanmacılar 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul'a girmeye başlayan Hareket Ordusu'na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan da bir gece önce Yeşilköy'de toplanarak Hareket Ordusu'nun girişiminin meşruluğunu onaylamışlardı.

Ayaklanmanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri Divan-ı Harp'te yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan'ın 27 Nisan'da II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmet Reşat'ın geçirilmesini kararlaştırmasıydı. Ayrıca II. Abdülhamit'in İstanbul'da kalması da sakıncalı bulunarak Selanik'te oturması uygun görüldü. Divanıharp II. Abdülhamit'i yargılamak istediyse de, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.

14 Mart günü Divan-ı Harbi’n vermiş olduğu ilk idam kararları 13 kişinin asılması ile yerine getirilmiştir. İdam sehpaları Ayasofya Meydanı'nda Sultanahmet Adliyesinin önünde, Beyazıt Meydanında, köprübaşında, Beşiktaş'ta camii önünde, Kasımpaşa'da divanhane önünde, Sirkeci'de Sirkeci İstasyonu önünde kurulmuştur. İlk asılanlar dördüncü avcı taburu ve onbaşılardan arkadaşlarına elebaşılık etmiş olanlar olmuştur. Hüseyin Cahit ve Ahmet Rıza diye Lazkiye Mebusu Aslan Bey'le Adliye Nazırı Nâzım Paşa'yı öldürmüşlerdir. Bunu takip eden günlerde Ali Kabuli Bey'in öldürülmesine karışanlar, saraya mensup olanların bazıları, partiye muhalif gazeteciler ilk planda asılmışlardır.

1912'ye kadar Selanik'te ikamet eden II. Abdülhamit Selanik'in Bulgaristan'a 12 Kasım 1912 de savaşmaksızın teslimi sonrasında Beylerbeyi Sarayı'na getirilecek ve 1918'deki ölümüne kadar burada hayatını sürdürecekti.

Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İstanbul Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0212 970 87 88 | Haber Scripti: CM Bilişim