1979 yılında dönemin Enerji Bakanı David Howell, Avam Kamarası'nda İngiliz nükleer programının çöküşte olduğunu ilan etmiş ve her yıl bir tane olmak üzere 10 yeni reaktör inşa etme vaadinde bulunmuştu. Gerçekleşen yalnızca biriydi: 1995’te faaliyete giren Sizewell B. Onlarca yıl sonra, bu kez sahnede İşçi Partili Bakan Ed Miliband var. 2000’lerin başında da nükleer atağı başlatmaya çalışan Miliband, şimdi Sizewell C’ye resmî onay vermeye hazırlanıyor. 46 milyar sterline ulaşması beklenen Hinkley Point C ise 2031’de tamamlanacak. Ancak bu projelerin yanı sıra gözler, daha düşük maliyetli ve hızlı inşa edilebilecek küçük modüler reaktörlere çevrildi.
SMR'ler (Küçük Modüler Reaktörler), geleneksel santrallerin beşte biri büyüklüğünde ve çok daha ucuza mal edilebiliyor. Her biri yaklaşık 300 megavat üreten bu reaktörler, iki futbol sahası büyüklüğünde alana sığabiliyor. Ancak henüz dünyada inşa edilmiş çalışan bir prototip yok. Hükümetin desteklediği Great British Nuclear, önümüzdeki günlerde İngiltere'nin ilk SMR’leri için yarışmanın kazananını açıklayacak. Yarışta Rolls-Royce, GE Hitachi, Holtec ve Westinghouse gibi devler yer alıyor.
İngiltere, 1956’da dünyanın ilk ticari nükleer santrali olan Calder Hall’u açarak sektöre öncülük etmişti. 1997’de nükleer santraller ülke elektriğinin %27’sini sağlıyordu. Ancak Kuzey Denizi’nde bulunan ucuz gaz kaynakları ve 1990’lardaki özelleştirme furyası, nükleerin geri plana itilmesine yol açtı. Bugün yalnızca beş santral çalışıyor ve dört tanesi 2030’a kadar kapanacak. Fukuşima, Çernobil ve Three Mile Island gibi felaketler, kamuoyunda nükleere karşı büyük bir korku yarattı. Uzun ömürlü radyoaktif atıkların nasıl güvenle saklanacağı ise hâlâ çözülememiş bir sorun. Bu sorunun çözümü için hükümet 2050’lere kadar açılması planlanan jeolojik atık depolama tesisi kurmayı planlıyor – maliyeti 53 milyar sterlin.
Enerji uzmanı Tim Gregory’ye göre, bugün nükleer, yalnızca bir enerji tercihi değil, stratejik bir zorunluluk:
“Elektrikli araçlar, ısıtma sistemleri ve yapay zeka… Tüm bunlar devasa elektrik talebi yaratıyor. Rüzgar her zaman esmiyor, güneş her zaman parlamıyor. Nükleer, istikrarlı bir kaynak”. Aynı zamanda Going Nuclear: How the Atom Will Save the World kitabının yazarı olan Gregory, “Bunu daha önce yaptık, tekrar yapabiliriz” diyor. Britanya yalnız değil. Fransa, ABD, Japonya ve hatta nükleer karşıtı duruşuyla bilinen Almanya bile pozisyonlarını yeniden gözden geçiriyor. Çin, 2020’den bu yana 22 yeni reaktör başlattı. Güney Kore, Birleşik Arap Emirlikleri’nde dört reaktörü zamanında ve bütçe dahilinde tamamladı. ABD’de kamuoyu desteği son 40 yılda %3’ten %54’e çıktı. Veriler, nükleer enerjinin rüzgardan daha az ölümle bağlantılı olduğunu gösteriyor.
ED MILIBAND KİMDİR?
Ed Miliband, İşçi Partisi’nin eski lideri ve şu anki enerji güvenliği bakanı. Ralph ve Marion Miliband gibi sol gelenekten gelen, çevre yanlısı bir ailede büyüyen Miliband, gençliğinde nükleer karşıtı bir duruşa sahipti. Ancak iklim krizinin etkileriyle görüşünü değiştirdiğini açıkça ifade ediyor.
2009 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle demişti:
“Size nükleer yanlısı bir ailede büyümediğimi itiraf etmeliyim. Ama iklim değişikliği, nükleer enerji hakkındaki görüşümüzü değiştirmeli”. Britanya’nın nükleer alandaki geçmişi başarısızlıklarla dolu. Ancak bu kez koşullar farklı: iklim krizi, enerji güvenliği, jeopolitik istikrarsızlık ve yapay zekânın enerji talebi, siyaseti ve sanayiyi harekete geçirmiş durumda.
Artık mesele sadece nükleer santral inşa etmek değil, bunu zamanında, uygun maliyetle ve kamu güvenini yeniden kazanarak yapmak. Eğer başarı sağlanırsa, bu sadece enerji krizini değil, aynı zamanda iklim ve ekonomik krizleri de hafifletebilecek tarihi bir dönüşüm olabilir. Ama eğer yine başarısız olunursa... bu, sadece maliyetli değil, tarihsel bir fırsatın da kaçırılması anlamına gelecek.