• BIST 10082.77
  • Altın 2430.881
  • Dolar 32.3957
  • Euro 34.7576
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 15 °C

18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü

18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü
Yakub Saygılı, Şikayetçi Olduğu Kişileri “18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü” diye tanımlayarak, savcıya 75 sayfalık şikayet dilekçesi verdi.

GRİHAT.COM'dan Arzu Yıldız'ın haberine göre;  Eski Mali Şube Şube Müdürü Yakub SAYGILI, kendisinin de aralarında bulunduğu 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını yapan ekibi darbecilikle suçlayan savcı İsmail Uçar’a,  75 sayfalık bir dilekçe verdi. Dilekçeye Grihat ulaştı. Çarpıcı ifadelerin yer aldığı dilekçede, 18 Aralık’ta yürütmenin yargıya darbe yaptığı savunulurken, Savcı Uçar’ın da aralarında bulunduğu şikayetçi olduğu kişileri “18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü” olarak tanımladı.
 
1 Eylül’de gözaltına alınan ve mahkeme sorgusunun ardından tutuklanarak cezaevine gönderilen Eski Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı , sorgusu esnasında savcı İsmail Uçar’a 75 sayfalık bir suç duyurusu dilekçesi sundu. Saygılı’nın dilekçesinde 17-25 Aralık sonrası ortaya atılan tüm iddialara cevap verildiği gibi, mağdur olarak eski Mali Şube ekinde yer alan şu isimler sıralandı: Yakub Saygılı, eski Mali Şube Müdür Yardımcısı Kazım Aksoy,Müdür Yardımcısı Yasin Topçu, Başkomiser Mehmet Akif Üner, Başkomiser Mehmet Habip Kunt, eski Başkomiser Arif İbiş, Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz, Komiser Yardımcısı M.Fatih Yiğit.
 
Dilekçede, şüpheli olarak yer alan isimler ise şöyle:
 
İçişleri Bakanı Efkan Ala, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok, İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami Yıldız, Mali Şube Müdürü Hakan Sıralı, Müdür Yardımcısı Arzum Nazman, Mali Şubede Başkomiser Hakan Korkmaz, Polis memuru Caner Metiner,Polis Başmüfettişleri Erhan Gülveren, Kenan Aydoğan, Ercümet Özbeyli, Cemil Zafer, Refik Felek, Nevzat Yazıcı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Oktay Erdoğan, Savcılar İsmail Uçar, İrfan Fidan, Fuzuli Aydoğdu, Mehmet Akdeniz, Kozmik Çalışma Grubu (KÇG), Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak, Takvim Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergün Diler, Yenişafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan, Güneş Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Murat Kelkitlioğlu, Yeniakit Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya, Yenişafak Gazetesi Yazarı Abdulkadir Selvi, Star Yazarı Elif Çakır, Gazeteci-Yazarlar Elif Çakır, Halime Kökçe,Nihal Bengisu Karaca,Hilal Kaplan, Ferit Zengin, AB Bakanı eski Özel Kalem Müdürü İbrahim Bayram.
 
Suç Tarihi olarak 18 Aralık 2013’ten bu yana denilen dilekçede, şikayette konu suçlamalar ise şöyle:
 
“Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak, YönetmekTCK md 220,
Anayasayı İhlal TCK md 309,
Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme veya Değiştirme TCK md 281,
Görevi Kötüye KullanmaTCK md 257,
İftira TCK md267,Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs TCK md 288,
Resmi Belgeyi Bozmak, Yok Etmek veyaGizlemekTCK md 205,
Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan BeyanTCK md 206,
Resmi Belgede SahtecilikTCK md 204,
Suçluyu KayırmaTCK md283″
 
Şikayetine delil olarak 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının gösterildiği dilekçede, 17 Aralık yolsuzluk soruşturması ile ilgili şu bilgilere yer verildi: “25.10.2013 tarihinde gerçekleşen 3.500.000,00 (Üç Buçuk Milyon) Dolarlık bir rüşvet alışverişinin Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerimizce görüntülenmesi esnasında, şüphelilerin takip ekiplerimizi fark edip fotoğrafladıkları, bahse konu gelişmelerin şüpheliler tarafından maddi menfaatin gönderildiği ilgili bakana iletildiği, akabinde bu fotoğraflar üzerinden görevlilerimizi ve soruşturmayı deşifre etmeye çalıştıkları, ilgili bakan aracılığıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün deşifre amacıyla görevlilerimizi takibe aldığı anlaşılmış ve bu durum soruşturma savcısına iletilmiştir.”
 
Saygılı’nın “18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü” olarak tanımladığı kişilerin ortaya attığı iddiaların “yolsuzluk iddialarını gölgelemek ve örtmek için geliştirdiği algı operasyonları” olduğu ifade edildi. Tüm iddialara yönelik de açıklamalar dilekçede yer aldı… Dilekçede, “18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü’nün en öncelikli hedefleri kamuoyunda 17 ve 25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen2012/120653 ve 2012/656 sayılı soruşturmaları itibarsızlaştırma olup, bu maksat etrafında bahse konu soruşturmalar ile ilgili çok sayıda iftiralar ve asılsız gündemler oluşturulmuştur “ sözleri dikkat çekti.
 
İşte Saygılı’nın 75 Sayfalık dilekçesinden öne çıkan bölümler;
 
“G İ R İ Ş
 
Yukarıda adı geçen müştekiler, kamuoyunca “17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu” olarak bilinen adli çalışmaların hemen akabinde tayinleri çıkana kadar ilgi (a) ve (b) sayılı soruşturmaları yürüten Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görev yapmışlardır.
Rıza SARRAF liderliğindeki grubun suç örgütü olduğu iddiasıyla 17 Aralık 2013 tarihinde gerçekleştirilen ilgi (a)sayılı soruşturma kapsamındaki operasyonda toplanan delillerin, bazı yüksek düzeyli devlet büyükleri ve aile fertlerinin suç işleme şüphesi altında kalmalarına sebebiyet vermesi ve soruşturmanın ülkemizin alışık olmadığı çapta ve mahiyette olması sebebiyle, 18 Aralık 2013 tarihinden itibaren sistematik ve sürekli bir şekilde bağımsız yargıya ve adli işlemlere karşı anayasal ihlallerin, bürokraside kıyım şeklinde tabir edilen keyfi ve hukuksuz uygulamaların, medyada ise iftira kampanyaları çerçevesinde soruşturma ve soruşturmada görev alan kamu görevlileri hakkında itibarsızlaştırma ve dezenformasyon faaliyetlerine başlandığı görülmüştür.
 
Yolsuzluk iddialarının örtbas edilmesi adına, öncelikle soruşturmada görev alan kolluk görevlilerinin akabinde de benzer birimlerdeki hemen hemen tüm emniyet mensuplarının keyfi olarak tayinleri çıkarılmış, böylece hem soruşturmaların en başından itibaren görev almış personel görevlerinden uzaklaştırılarak soruşturmaların sağlıklı ve bağımsız bir şekilde yürütülmesinin önüne geçilmiş, hem de operasyonu yapan Emniyetin kötü niyetli ve sözde paralel devlet yapılanması olduğu algısını inandırmak için binlerce polisin tayininin dalga dalga çıkarılması yoluna gidilmiştir. Bu arada gerek yazılı ve görsel medyada, gerekse de siyasi platformlarda; gerçekte soruşturma ile uzaktan yakından ilgisi olmayan iftiralar soruşturmaya addedilerek, çok kuvvetli hukuki delillere dayanan soruşturma, kamuoyu nezdinde sulandırılmaya çalışılmış, mesele tümden algı operasyonuna döndürülmüştür.
Söz konusu örgütün, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın en temel ve öncelikli kurallarından olan Kuvvetler Ayrılığı ilkesini bertaraf eden eylemler silsilesi kapsamında, adli soruşturmaların siyasal erkten bağımsız bir şekilde yürütülmesinin önüne geçilmiş, bağımsız yargı ve adli işlemlerde görevli adli kolluk tahakküm altına alınmıştır.
 
“Görevini yerine getirenler ‘paralel devlet’ iftirasına maruz kaldı”
 
Cumhuriyet Savcılarının talimatı ve Mahkemeler tarafından Türk Milleti adına verilen birçok karar kapsamında toplanan çok sayıdaki somut ve hukuki deliller neticesinde baştan sona birer Yolsuzluk ve Rüşvet soruşturması olan bu soruşturmalara gerçeklikten uzak ve mantığa aykırı bir şekilde“Darbe”, soruşturmada görev alıp görevlerinin gereğini yerine getirenlere de tamamen asılsız ve mesnetsiz bir şekilde “Paralel Devlet” iftiralarıyla, soruşturma ve soruşturmada görev alanlar siyaset meydanlarında ve yandaş diye tabir edilen medya organlarında itibarsızlaştırılmıştır.
 
Bu süreçte bahsi geçen kamu görevlileri hakkında idare tarafından çok sayıda mesnetsiz ve hatta iftira ve sahtecilik içeren disiplin soruşturmaları açılıp meslekten ihraç cezaları verilme yoluna gidilmiş ve bu disiplin soruşturmaları yandaş medya organlarında sözde paralel yapı ile ilgiliymiş gibi servis edilmiştir. Bu durum, bahse konu örgütün Emniyet ve Medya yapılanmalarının, siyasilerin yolsuzluk iddialarına karşı en başından itibaren geliştirdikleri asılsız söylemleri kamuoyu nezdinde haklı çıkarma girişimi olarak görülmüştür.
18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü’nün en öncelikli hedefleri kamuoyunda 17 ve 25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen2012/120653 ve 2012/656 sayılı soruşturmaları itibarsızlaştırma olup, bu maksat etrafında bahse konu soruşturmalar ile ilgili çok sayıda iftiralar ve asılsız gündemler oluşturulmuştur. Bu sebeple, şikâyetimize konu “18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü”nün yapılanması, hedefi ve eylemlerinin daha iyi anlaşılır olması ve atılan iftiralara karşı açıklayıcı olabilmesi için, öncelikle – gizliliğe halel getirmeden- ilgi (a) ve (b) sayılı soruşturmalardan özetle bahsedilecektir.
 
17 Aralık (2012/120653) Soruşturması
 
Bu soruşturma, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ve adli kolluk tarafından hukuka uygun çalışma yöntemleriyle, şüpheli şahıslarla iddia edilen suçların maddi ve manevi unsurları arasındaki illiyeti net bir şekilde ortaya koyan çok ciddi maddi delillerin toplanabildiği bir soruşturmadır.
 
“Soruşturma MASAK Raporu ile başladı”
 
Soruşturmaya, kapsamlı bir MASAK Raporu ve ihbarlar değerlendirmeye alınarak 2012 yılının Eylül ayında başlanmış, savcılık talimat ve talepleri ve mahkeme kararlarına istinaden gizlilik içerisinde yapılan CMK md. 135 ve CMK md. 140 ve CMK md. 134 gibi tedbirlerle süren delil toplama çalışmaları neticesinde; iddia olunan Suç Örgütünün “Rüşvet, Altın Kaçakçılığı, Suçtan Elde Edilen Geliri Aklama, Resmi Belgede Sahtecilik, Fuhşa Aracılık” gibi suçları icra ettiğine dair çok ciddi somut deliller elde edilmiştir. Soruşturma en başından itibaren “Rıza SARRAF liderliğindeki grubun örgüt halinde suç işlediği şüphesi” ile başlayıp bu eksende devam etmiş, 17 Aralık 2013 tarihinde yapılan operasyon da bu minvalde gerçekleştirilmiştir.
 
Soruşturma kapsamındaki şüpheliler hakkındaki delil toplama çalışları devam ederken, Rıza SARRAF liderliğindeki grubun iddia edilen Rüşvet Verme eylemlerinin bir kısmında, suça konu haksız maddi menfaatin (rüşvetin),
 
Rıza SARRAF’ın elemanları ile S.K.Ç. ve diğer ilgili şahıslar aracılığıyla Ekonomi Bakanı M. Zafer ÇAĞLAYAN’a,
 
Rıza SARRAF’ın elemanları ile B.G. ve elemanları aracılığıyla İçişleri Bakanı Muammer GÜLER’e,
 
Rıza SARRAF’ın elemanları aracılığıyla Avrupa Birliği Bakanı Egemen BAĞIŞ’a gönderildiği,
 
Rıza SARRAF’ın elemanları aracılığıyla Halk Bank Genel Müdürü Süleyman ASLAN’a gönderildiği,
Rıza SARRAF liderliğindeki grubun Milyonlarca TL, Dolar ve Euro’ları bulan bu haksız maddi menfaatler karşılığında çeşitli çıkarlar elde ettikleri yönünde çok sayıda ve çok kuvvetli somut deliller elde edilmiştir.
 
Diğer yandan, takibi yapılan S. K. Ç., S. A., O. K., M. B. K. ve M. Ş. Ç. isimli şahısların iştirak ettikleri rüşvet eylemlerinde, Rıza SARRAF grubu ile irtibatlı ancak ayrı bir hiyerarşik çatı altında örgütlü halde faaliyet gösterdikleri yönünde deliller elde edilmiş, aynı bu delillerin, adı geçen bu şahısların (takibi yapılmayan) Ekonomi Bakanı M. Zafer ÇAĞLAYAN tarafından yönlendirilip yönetildiklerini işaret ettiği görülmüştür.
 
Benzer şekilde, takibi yapılan B. G., Ö. Ö., H. T. ve B. K.isimli şahısların iştirak ettikleri rüşvet eylemlerinde, Rıza SARRAF grubu ile irtibatlı ancak ayrı bir hiyerarşik çatı altında örgütlü halde faaliyet gösterdikleri yönünde deliller elde edilmiş, aynı bu delillerin, adı geçen bu şahısların (takibi yapılmayan) İçişler Bakanı Muammer GÜLER tarafından yönlendirilip yönetildiklerini işaret ettiği görülmüştür.
 
Tüm bu değerlendirmeler, haklarında yasal engel bulunmayan (dokunulmazlığı bulunmayan) şüpheliler hakkındaki rutin soruşturma işlemleri (CMK md. 134, 135 ve 140 vs. maddeler) kapsamında toplanan somut deliller neticesinde anlaşılmış, soruşturmanın hiçbir aşamasında dokunulmazlığı bulunan hiçbir şahıs ile ilgili bir delil toplama çalışmasına girilmemiştir. Ayrıca tüm bu süreçte her bir gelişme soruşturma savcısına detaylarıyla aktarılmış, soruşturma savcısının ilk yazılı talimatı ile başlatılan soruşturma, ilk seyrinden sapmadan, yani dokunulmazlığı olan herhangi şahısla ilgili doğrudan delil toplama veya hakkında soruşturma yapma gibi bir eğilim göstermeden devam etmiştir. Soruşturma esnasında Anayasa’da belirtilen ve kapsamı açıkça sayılan, yasama dokunulmazlığına halel getirecek hiçbir işlem gerçekleştirilmemiştir.
Soruşturma Savcısının talimatı ve ilgili mahkeme kararlarına istinaden 17.12.2013 günü şüpheliler ile ilgili arama, el koyma, yakalama ve gözaltı işlemlerini ihtiva eden bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Bu sırada, soruşturma savcısı Celal KARA, soruşturma fezlekesine esas teşkil eden eylemlerden (yani Rıza SARRAF grubu tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen tüm eylemlerden), dokunulmazlığı bulunan (3) bakan ile ilgili olan eylemlerin (yani Rıza SARRAF grubu tarafından adı geçen (3) bakana verildiği iddia edilen rüşvet eylemlerinin), soruşturma fezlekesinden kopyalanmak suretiyle ayrıca bir rapor halinde düzenlenerek ivedi bir şekilde Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesini emretmiş, bu raporun Anayasa’nın ilgili maddeleri ve Adalet Bakanlığı’nın genelgesi kapsamında, Başsavcı Vekili Ali Cengiz HACIOSMANOĞLU tarafından TBMM Başkanlığı’na sunulacak fezlekeye esas olmak üzere kullanılacağını belirtmiştir.
 
Soruşturma savcısının bu sözlü talimatı üzerine, adı geçen (3) bakanla ilgili, yani Rıza SARRAF grubunun adı geçen (3) bakana verdiği iddia edilen rüşvet eylemleri ve bu eylemlerin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiğine dair delillerin anlatıldığı kısım, soruşturma fezlekesine esas eylemlerden kopyalanmak suretiyle ayrıca (309) sayfalık bir rapor haline getirilmiştir. Soruşturmada adı geçen bakanlarla ilgili bir delil toplama çalışması bulunmamaktaydı, ancak Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak (TCK md.220) ve Rüşvet (TCK md.252) suçlarının özelliği ve bu suçların CMK md. 135/6’da sayılan katalog suçlardan olması sebebiyle, soruşturma kapsamında takibi yapılan (dokunulmazlığı bulunmayan) şüpheliler ile ilgili toplanan aynı deliller, aynı zamanda Yasama Dokunulmazlığı bulunan şahıslarla ilgili olarak hukuki anlamda neye işaret ediyorsa -adli kolluk görevinin gereği olarak- bu rapora yansıtılmıştır. Bahse konu rapor İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ali Cengiz HACIOSMANOĞLU tarafından TBMM’ye gönderilmiştir.
 
“Rüşvet karşılığındaki işlemlerle ilgili Gümrük Müfettişi ve BDDK Murakıbı tarafından hazırlanan bilirkişi raporları ile açık ve net bir şekilde tespit edilmiştir”
 
2012/120653 sayılı soruşturma çok çeşitli maddi delilleri ihtiva etmekte olup, soruşturmadaki deliller bir bütünlük arz ederek suçun maddi ve manevi unsurlar ile fail arasındaki illeyet konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır. Teknik takip çalışmaları ile elde edilmiş bariz delilleri, fiziki takip ve görüntüleri, dijital incelemelerden elde edilen belge ve dökümler, müfettiş ve bilirkişi raporları ve kurumlardan toplanan somut belgeler desteklemektedir. Özellikle rüşvet eylemlerinde, hangi şüphelinin (kimin), hangi kamu görevlisine (kime), hangi kurye şüpheli aracılığıyla (kiminle), hangi tarihlerde (ne zaman), neyin karşılığı olarak (niçin/neden), ne miktarlarda (ne kadar) rüşvet gönderdiği; telefon görüşmeleri (tapeler), fiziki takipler, rüşvete dair paraların kuryeler tarafından ayakkabı kutusu ve valiz içerisindeki nakil görüntüleri, şüphelilerin bizzat kendilerinin tuttuğu dijital Excel (rüşvet) listeleri, aynı listelerin kâğıt ortamındaki hesap dökümü, rüşvet karşılığındaki işlemlerle ilgili resmi kurumlardan elde edilmiş belgeler (örneğin Nüfus Vatandaşlık Dosyaları, Personel Atama Dosyaları, Gümrük Belgeleri, Bankalardan temin edilen belge ve dökümler vs.), yine rüşvet karşılığındaki işlemlerle ilgili Gümrük Müfettişi ve BDDK Murakıbı tarafından hazırlanan bilirkişi raporları ile açık ve net bir şekilde tespit edilmiştir.
 
“Aramalarda el yazılı ajandalar ele geçirildi”
 
17.12.2013 günü yapılan eş zamanlı operasyondaki arama ve el koyma çalışmaları esnasında da, soruşturma kapsamında o ana kadar elde edilmiş delilleri destekler mahiyette çok sayıda maddi deliller elde edilmiştir. Soruşturma esnasında,rüşvet olarak ayakkabı kutuları içerisinde görüntülenerek tespit edilen paraların, bir kısmı (yarısından fazlası) şüpheliler ile ilgili yapılan aramalar esnasına bulunarak el konulmuştur. Yine şüpheliler tarafından tutulan rüşvet listelerinin kâğıda döküm hali bulunarak el konulmuştur. Diğer yandan aramalar esnasında maddi menfaat karşılığında gerçekleştirilen işlere dair bilgilerin (isim, konu, iş, irtibat, aciliyet vs.) bulunduğu el yazısı not kâğıtları ve ajandalar bulunarak somut deliller içerisine konulmuştur. Operasyon sırasında el konulan en önemli delillerden birisi de şüphelilere ait dijital materyaller olup, bununla ilgili savcılık tarafından bilirkişi incelemesi de yaptırılmaya başlanmıştır. Kısacası bu soruşturma, Türkiye Cumhuriyeti’nde o tarihe kadar yapılmış en kuvvetli ve en çok somut delilleri ihtiva eden bir yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasıdır. 20.12.2013 günü adliyeye intikal ettirilen şüphelilerden (14)ü savcılık tarafından tutuklama talebi ile mahkemeye sevk edilmiş, 21.12.2013 günü mahkeme tarafından (14) şüphelinin tamamı tutuklanmıştır.
 
Soruşturmanın bu denli ciddi deliller içermesi ve bazı yüksek düzeyli devlet büyükleri ve aile fertlerinin suç işleme şüphesi altında kalmalarına sebebiyet vermesi ve soruşturmanın ülkemizin alışık olmadığı çapta ve mahiyette olması sebebiyle, 18 Aralık 2013 tarihi itibariyle gerek siyasi platformlarda gerekse medyada yürüyen soruşturma ve görevliler hakkında son derece çirkin ve gerçeğe aykırı karalama kampanyası başlatılmıştır. 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütünün, yolsuzluk iddialarını gölgelemek ve örtmek için geliştirdiği bazı manipülatif iftiralar ve gerçekte işin aslının ne olduğu aşağıda açıklanacaktır.
(Bu kısımdaki ara başlıklar dilekçede yer aldığı şekli ile verilmiştir)
 
“Zamanlama Manidar” Manipülasyonu
 
Bahse konu örgütün, yürüyen adli soruşturmayı itibarsızlaştırmak için geliştirdiği ilk iftiralardan birisinin, operasyon tarihi (güya zamanlaması) üzerinden yapılan manipülasyon olduğu anlaşılmaktadır. Bu iftira, operasyonun,2014 Cumhurbaşkanlığı ve 2015 Genel Seçimleri görmezden gelinerek, çöp toplama, park yapma vs. işlerin konu olduğu2014 Yerel Seçimlerinden (4) ay önce gerçekleştirilmiş olması ve şahısların hukukun işleyişine karşı bir lüksünün olduğu hükmü üzerine bina edilmiştir.
 
Öncelikli şunu belirtmek gerekir ki, bu operasyon,soruşturma esnasında şüphelilerin maddi menfaat ilişkisi içerisinde oldukları üst düzey devlet görevlilerinin makamlarının verdiği gücü suiistimal etmek suretiyle soruşturmayı deşifre edeceği endişesine sebep olan ciddi bir hadise üzerine bizzat soruşturma savcısının talimatıyla hazırlanarak gerçekleştirilmiştir.
Soruşturma kapsamında 25.10.2013 tarihinde gerçekleşen 3.500.000,00 (Üç Buçuk Milyon) Dolarlık bir rüşvet alışverişinin Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerimizce görüntülenmesi esnasında, şüphelilerin takip ekiplerimizi fark edip fotoğrafladıkları, bahse konu gelişmelerin şüpheliler tarafından maddi menfaatin gönderildiği ilgili bakana iletildiği, akabinde bu fotoğraflar üzerinden görevlilerimizi ve soruşturmayı deşifre etmeye çalıştıkları, ilgili bakan aracılığıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün deşifre amacıyla görevlilerimizi takibe aldığı anlaşılmış ve bu durum soruşturma savcısına iletilmiştir. Soruşturmanın salahiyeti açısından risk arz eden bu gelişme üzerine soruşturma savcısı derhal soruşturmanın operasyona hazır hale getirilmesi talimatını vermiş ve yaklaşık (40) günde soruşturma operasyona hazır hale gelmiş, akabinde de soruşturma savcısının talimatı ve ilgili mahkeme kararına istinaden 17.12.2013 tarihinde eş zamanlı operasyon gerçekleştirilmiştir.Kısacası operasyonun zamanlaması manidar değil, yolsuzluk soruşturmasını itibarsızlaştırma adına geliştirilen bu saçma ve mesnetsiz iddia manidar görülmektedir.
 
“Hedef Halk Bankası” ve “Halk Bankasının Bilgileri Sızdırılmış” İftiraları
 
Soruşturma kapsamında tespit edilen rüşvet eylemlerinde Halk Bank Genel Müdürü’nün şahsı şüpheli konumunda olup, Halk Bankası’nın operasyonun hedefi olduğu iddiası tam bir iftiradır. Bir kamu görevlisinin suç teşkil eden eylemleri ancak şahsını bağlar. Bir şüphelinin, görevli olduğu kurumu ve makamının gücünü kullanarak haksız maddi menfaat elde etmesi durumunda hakkında yapılacak adli işlem, o kurumun aleyhine değil lehinedir.
 
Operasyondan sonra, hem Halk Bankası hem de sorumlu bakan Ali BABACAN, soruşturmanın Halk Bankası ile ilgili olmadığı, bahse konu şahsın şahsi eylemleri ile ilgili olduğu yönünde açıklamalarda bulunmasına rağmen, 18 Aralık Darbe Örgütünün medyadaki uzantıları aracılığıyla bu iftira sürekli kamuoyuna işlenmiştir.
 
Diğer bir deli safsatası iftira ise, soruşturma kapsamında kolluk tarafından Halk Bank’ın arşivinin tümden kopyalandığı, böylece güvenlik zafiyeti olduğu ve bu bilgilerin İsrail’e verileceği yalanıdır. Soruşturmanın ana konularından birisi uluslararası para işlemleri olduğu için, soruşturmada adı geçen yaklaşık (30) firmanın hesap dökümü ülkemizde faaliyet gösteren tüm bankalardan savcılık tarafından talep edilmiş,Halk Bankası’ndan ise bunlardan yaklaşık (10) tanesinin hesap dökümü alınmıştır. Bu işlem mali suç soruşturmalarında gayet rutin bir işlem olup, rüşvet ve kara para aklama soruşturmalarında tam anlamıyla bir zorunluluktur.
Halk Bankası’nda (80.000) (Seksen Bin) civarında firmanın hesabının olduğu bilinmektedir. (80.000) firmadan(10) firmanın hesap dökümünün resmi yazışmalar ile soruşturmaya dahil edilmesi, yandaş medya tarafından bilinçli bir şekilde bankanın tüm arşivinin kolluk tarafından kopyalandığı iftirasıyla servis edilmiştir. Bu iftiradaki bir başka çirkinlikte, güya bu bilgilerin İsrail’e sızdırıldığıdır. Bu asılsız ve mesnetsiz iftiranın, Filistin’de yaşanan katliama karşı ülkemizdeki duyarlı bazı kesimleri etkileme ve yolsuzluk iddialarını gölgeleme gayreti güttüğü açıkça anlaşılmaktadır.Kaldı ki, bahse konu firmaların hesap dökümleri genellikle Euro para biriminde olup, bu para birimi üzerinden yapılan işlemlerin tümü zaten Avrupa Ülkelerindeki ilgili muhabir bankalarda tutularak arşivlenmektedir. Anlaşılan, elin bildiğini Türk Polisinin bilmesi ve soruşturmaya dâhil etmesi birilerini rahatsız etmektedir.
 
“Ayakkabı Kutularını ve Para Sayma Makinalarını Polis Koydu” İftiraları
 
Bu derece seviyesiz ve ucuz iftiralara cevap vermekten hicap duysak da, maalesef 18 Aralık Hukuka Darbe Çetesi’nin bu yöndeki bitmek tükenmek bilmeyen iftiraları cevapsız kaldıkça, kamuoyu tarafından ciddiye alınmaktadır.
 
Ayakkabı kutularındaki paralar, ilk defa 17.12.2013 tarihindeki operasyon kapsamında bir kamu görevlisine ait ikamette yapılan arama sırasında değil, yaklaşık 14 ay süren teknik takip çalışmaları esnasında Rıza SARRAF liderliğindeki grup tarafından bahse konu ikamete 15 seferde gönderilen rüşvet eylemlerinin takibi esnasında tespit edilmiştir. Rüşvete konu paraların Nuruosmaniye’deki ofiste şüpheliler tarafından (42) numara ayakkabı kutuları içerisine yerleştirilerek, taksi ile Anadolu Yakasındaki bahse konu kamu görevlisinin ikametine getirilerek teslim edildiği tespit edilmiş, 14 ay boyunca (15) seferde gerçekleşen bu naklin (9)u görüntülenerek kayda alınmış, bunların (2)sinde ise yapılan polisiye uygulama ile ayakkabı kutuları içerisindeki Dolar ve Euro’lar görüntülenerek kayda alınmıştır. Bahse konu ayakkabı kutularının bir kısmı (marka, renk ve içerisindeki paralara bakıldığında) aynen ikamet aramasında el konulmuş, bir kısmıyla da konut alındığı tespit edilmiştir. Kaldı ki bahse konu kamu görevlisi dahi, ifadesinde bu paraların, soruşturma kapsamında tespit edildiği şekliyle ikametine geldiğini kabul etmiştir. Bu tespitlerin tamamı soruşturma dosyası içerisinde bulunmakta olup, bu konuda uydurulan asılsız iddiaların tümü tarafımıza atılmış iftiralardan ibarettir.
 
Bir bakanın özel kalem müdürünün ortaya attığı ve akabinde yandaş medyada servis edilen iddiaya (iftiraya) göre, para sayma makinalarını polis koymuştur(!) Soruşturmayı itibarsızlaştırma adına atılan bu iftirayla, soruşturmayı yürüten görevlilerin komplocu/kumpasçı olduğu algısını oluşturmak hedeflendiği anlaşılmaktadır. Bu ikamette yapılan arama işlemi baştan sona kamera ile kayıt altına alınmıştır. Kaldı ki bahse konu ikametin sahibi şüpheli, ifadesinde para sayma makinalarının kendisine ait olduğunu belirtmiştir.
 
“Hedef, İmam Hatip” İftirası
 
Bahse konu örgütün, yürüyen adli soruşturmayı itibarsızlaştırmak için akla hayale gelmedik yalanlar ürettiği ve yalanlarıyla genellikle toplumun mutaassıp kesiminin hassasiyetlerini suiistimal ettikleri görülmüştür.
 
Bu yalanlardan birisi de operasyonun hedefinde İmam Hatip Liseleri’nin olduğudur. İftiranın temeli, arama sırasında ayakkabı kutuları içerisinde bulunarak el konulan Milyonlarca TL, Dolar ve Euro’nun, şüphelinin; 19.12.2013 tarihli ifadesindeki paraların Osmancık İlçesindeki İmam Hatip Lisesi’nin yapımında kullanılacağı savunmasına dayanmaktadır. Ne var ki, bahse konu paralar, yaklaşık 14 ay süren teknik takip çalışmaları esnasında Rıza SARRAF liderliğindeki grup tarafından bahse konu ikamete 15 seferde gönderilen rüşvet eylemlerinin takibi esnasında tespit edilmiş olup, arama sırasında bu rüşvete konu paraların bir kısmı bulunarak el konulabilmiştir. Bir kısmıyla da şüphelinin konut aldığı tespit edilmiştir.
 
Kaldı ki TCK’ya göre rüşvet suçunda sağlanan maddi menfaatin şüpheli tarafından nasıl tasarruf edileceği suçu etkileyen bir konu değildir. Şüpheli temin ettiği haksız maddi menfaatle ister bara gider, ister umreye gider, ister meyhane yaptırır, isterse de türbe yaptırır. Bu, tamamlanmış olan rüşvet suçunun maddi ve manevi unsurlarını etkilemez. Kaldı ki bahse konu İmam Hatip Lisesi’nin yapımını İl Özel İdaresi üstlenmiş ve 18 Aralık 2013 tarihinde ihalesini yapmıştır. Adı geçen şüpheliye ilk rüşvetin gittiği 2012 Aralık ayında ise İmam Hatip Lisesinin ne ihalesi ortadadır ne de projesi. 14 ay boyunca süren soruşturmanın akabindeki operasyonda, gözaltı sürecinin son günü alınan bir ifadede bir şüphelinin kendisini savunma adına söylediği, ancak hem elde edilen delil ve bulgularla uyuşmayan hem de suçun unsurlarını ortadan kaldırmayan bir savunma refleksinin, operasyonun hedefi olduğunu söylemek, ancak ve ancak iftiradan ve karalamadan ibarettir.
 
Burada utanç verici olan konu şudur; dünya tarihinin en kuvvetli delilleriyle gerçekleşen yolsuzluk soruşturmasının ve en yüz kızartıcı ve en ahlaksız suçlardan biri olan rüşvet suçunun, İmam Hatip Liselerinin adının ve toplumdaki yerinin suiistimal edilmek suretiyle örtbas edilmeye çalışılmasıdır. Bu da bahse konu örgütün, hukuki işlemleri hukuki mecrasında tartışmadan, minder dışına çekip algılar dünyasının içine hapsetmeye çalışma stratejisinin bir ürünüdür.
 
“Operasyonu ABD İstedi, Polis Yaptı” İftirası
 
18 Aralık Hukuka Darbe Çetesinin, yolsuzluk soruşturmasını itibarsızlaştırmak ve ortaya atılan algıyı inandırmak için toplumun sempati ve antipatilerini kullanmak suretiyle sistematik olarak sürekli bir şekilde iftira ürettiği görülmüştür. Soruşturmada, İran’ın diğer ülkelerdeki mevduatını altın olarak kendi ülkesine aktarması konusunun suç teşkil ettiği yönünde hiçbir isnat bulunmamaktadır.Soruşturmaya konu eylemler Türkiye’nin İran’a olan petrol ve doğalgaz ödemeleri ile ilgili de değildir. Soruşturma,uluslararası yaptırımları aşmak için geliştirilen sistemin işleyişi esnasında verilen rüşvetler, bankalara ibraz edilen sahte belgeler, altın kaçakçılığı ve bu suçların örgüt faaliyeti kapsamında gerçekleştirilmesi konularını içermektedir. Bu sebeple, operasyonun arkasında ABD olduğu şeklindeki iftira, ucuz ve bayağı bir komploculuktan ibarettir.
 
“Operasyonu Cemaat Yaptırdı” ve “Paralel Yapı” İftiraları
 
18 Aralık Hukuka Darbe Çetesinin, yolsuzluk soruşturmalarını ve soruşturmada görev alanları itibarsızlaştırma propagandalarında en çok “Paralel Devlet”, “Paralel Yapı”, “Operasyonu Cemaat Yaptırdı”, “Pensilvanya’dan Talimat Aldılar” vs söylemleri kullandıkları, bu asılsız ve hiçbir dayanağı olmayan söylemlerle toplumda yolsuzluk soruşturmalarının, hukukun dışında hareket eden ve kötü niyetli kişilerce başlatılıp yürütüldüğü algısını oluşturmaya çalıştıkları görülmüştür. Ancak soruşturma dosyasına bakılırsa (meclise ve millete gösterilirse), bu iddiaların (iftiraların) birer safsatadan ibaret olduğu açıkça görülecektir.
Şöyle ki, soruşturma, Rıza SARRAF grubunun 2010-2011 yıllarında Rusya’ya sokarken yakalattıkları Milyonlarca Doların karapara olabileceği şüphesi üzerine Rus makamları tarafından Türkiye Cumhuriyeti makamlarına resmi yazı ile bildirmesi üzerine MASAK tarafından yapılan incelemelerin, önce KOM Daire Başkanlığı’na, oradan da İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne gereği için gönderilmesi ve akabinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca “Örgüt Kurmak, Kaçakçılık ve Karapara Aklama” suçlarının araştırılmasına yönelik başlamıştır. Soruşturmanın başlangıcında rüşvet suçuna dair bir bilgi veya emare yoktur. Teknik takip çalışmaları sürerken “Rüşvet” suçu fark edilerek soruşturmaya dahil edilmiştir. Soruşturma kapsamındaki tüm deliller, herhangi bir illegal dış veya iç gücün değil, Cumhuriyet Savcısının talimatı ve Mahkemelerin Türk Milleti adına verdikleri kararlar üzerine mevzuatta olması gerektiği gibi hukuka uygun toplanmıştır.
Örgütün, bu asılsız söylemler ile toplumda soruşturmayı yürütenlere karşı kin ve nefret aşıladığı görülmüştür. Aynı söylemleri soruşturmayı yapan kamu görevlilerine uyguladıkları hukuksuzlukları medyada servis ederken de kullanmışlardır. Keyfi idari uygulamaları, cadı avlarını veasılsız disiplin soruşturmalarını, evrak üzerinde hiçbir izine/ismine rastlanmamasına rağmen, medyada “paralel yapı ile mücadele ediliyor” algısına paketleyerek servis ettikleri görülmüş, böylece gayri-hukuki işlemlerin kamuoyunda kabullenilmesini/meşrulaştırılmasını/sorgulanmamasını sağlamaya çalıştıkları anlaşılmıştır.
Müfteri örgüt, bugüne kadar bu iftiralarını teyit edebilecek tek bir delil veya tek bir emare dahi ortaya koyamazken, bu mesnetsiz iftirayla, binlerce hukuki somut delillin dünya tarihinin en büyük yolsuzluklarını işaret ettiği bu soruşturmaları itibarsızlaştırma yoluna gitmektedir.
 
“Soruşturma UYAP’a Kayıtlı Değildi” İftirası
 
Söz konusu örgütün, yolsuzluk soruşturmalarını itibarsızlaştırma adına, toplumun büyük bir kesiminin bilgisinin olmasının mümkün olamayacağı teknik konularla ilgili ürettikleri yalanları kullandıkları, bunun da algı operasyonlarının bir sistematiği olduğu anlaşılmıştır.
Operasyonun hemen akabinde, ilgi (a) sayılı soruşturmanın Ulusal Yargı Ağı Projesi’ne (UYAP’a) kayıtlı olmadığı ve böylece soruşturmanın UYAP’tan saklandığı/sakınıldığı ile ilgili iftiraların yaygınlaştırıldığı görülmüştür. Oysa adliye pratiği olan herkesin bileceği gibi,soruşturma ile ilgili işlemlerin tümü UYAP üzerinden gerçekleştirilmektedir ve başkaca bir pratik, teknik olarak mümkün değildir. Soruşturma numarasının mevcut olması o soruşturmanın UYAP’a kayıt edildiğinin en büyük delilidir. Bahse konu soruşturma 2012 yılında 120653 sayısı ile UYAP’a kayda girmiştir. (Bu soruşturma numarasını veren UYAP sisteminin kendisidir)
 
Bahse konu soruşturmada, belki 30 farklı mahkemeden alınmış 100’e yakın karar bulunmaktadır ve bu karar tarihleri 14 aylık uzun bir süreye yayılmıştır. Bilindiği üzere savcılık makamı mahkemeden taleplerini UYAP üzerinden yapar ve mahkemeler de UYAP üzerinden kararlarını verir. UYAP’a kayıtlı olmayan bir soruşturma ile ilgili bir konunun savcılık tarafından mahkemeye sevki veya mahkemenin kararı teknik olarak mümkün değildir. Soruşturma dosyasındaki bu işlemlere dair tüm kayıtlar UYAP’ta bulunmaktadır.
 
Tüm bunlara rağmen, söz konusu örgüt tarafından, yolsuzluk soruşturmasını yürütenlerin kötü niyetle hareket ettikleri algısını kamuoyunda oluşturmak için bu derece mantıksız ve ucuz bir iftira yöntemi kullanılmıştır.
 
“Operasyondan Üstlerin Bilgisi Yoktu” Manipülasyonu
 
Söz konusu örgütün, soruşturmayı yürütenlerin kötü niyetli olduğu algısını kamuoyunda oluşturmak için başvurduğu manipülatif söylemlerden biri de idari üstlerin bu adli soruşturmadan haberdar olmadıklarıdır.
 
Adli Kolluğun, adli amiri Cumhuriyet Savcısıdır. Soruşturmanın amiri ve sahibi savcıdır. Adli kolluk sorumlusu Şube Müdürüdür. Bahse konu soruşturmanın adli kolluk sorumlusu ise Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürüdür. Adli Kolluğun idari amirinin (idari üstlerinin), adli soruşturmalarla ilgili bir tasarruf yetkisi veya bilgi sahibi olmasını gerektirecek bir konumu yoktur. Adli kolluk sorumlusunun (Şube Müdürünün) halihazırda yürüyen ve mahkemece verilmiş Kısıtlılık (Gizlilik) Kararı bulunan adli bir soruşturma hakkında idari üstlerine bilgi verme sorumluluğu ve hatta yetkisi yoktur.Tüm bu hususlar mevzuat hükümleri ile sabittir. Çünkü bu uygulama, bağımsız yargının yürütme erki tarafından tahakküm altına alınmamasına yönelik Anayasa’da belirtilen Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin en temel uygulamalarındandır.
 
Hatta bu konu o kadar açıktır ki, 17 Aralık 2013 tarihinden sonra, Adli Kolluk Yönetmeliği’nde bu hususları belirleyen maddeler üzerinde değişiklik yapılmış, ancak bu değişiklik Danıştay tarafından Anayasa’ya aykırılık sebebiyle iptal edilmiştir.
 
Açıkça görüldüğü gibi, o dönem Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından yapılan uygulama başta Anayasa olmak üzere mevzuata uygundur. Ancak aşağıda detaylarıyla anlatılacağı üzere bahse konu örgüt tarafından, mevzuata uygun hareket eden kolluk görevlileri, aynı örgütün medya ayağı tarafından üretilen bu tür manipülasyonların senkronizasyonunda görevden alınmış, yerlerine atanan görevliler ile birlikte sistematik olarak Anayasa’nın kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir şekilde bağımsız yargı işlemleri tahakküm altına alınmış, Cumhuriyet Savcılarının talimatları ve mahkemelerin kararları kolluk amirleri tarafından yürütme erkinde görevli örgüt yöneticisinin onayına sunulmuş ve uygulanması gereken talimat ve kararlar burada takılmıştır.
 
“Hedef, Hükümeti Yıpratmak” İftirası
 
İlgi (a) sayılı soruşturma en başından itibaren “Rıza SARRAF liderliğindeki grubun örgüt halinde suç işlediği şüphesi” ile başlayıp bu eksende devam etmiş, 17 Aralık 2013 tarihinde yapılan operasyon da bu minvalde gerçekleştirilmiştir. Takibi yapılan suç örgütünün, rüşvet verme eylemlerinde rüşvetin o dönem (3) bakana gönderildiği, takibi yapılan şüpheliler üzerinden elde edilen somut delillerden anlaşılmıştır. Hukuk önünde herkesin eşit olduğu ve adalet karşısında herkesin hesap verebilirliği inancıyla, rüşvetin hangi kamu görevlisine verilirse verilsin suç olmaktan çıkmadığı yasalarla da ortada olduğundan bahse konu soruşturmada, suç teşkil eden bu hususlara değinilmekten çekinilmemiş, kanunun verdiği görev tarafımızca yerine getirilmiştir.
 
Ancak 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü, ilgi (a) sayılı soruşturmada hukuka uygun toplanmış delillerin bazı hükümet üyelerini suç şüphesi altında bırakmasını, soruşturmayı yapanların hükümeti yıpratma girişimi olarak topluma lanse etmiş, kolluğun ve savcılığın görevini yapma ve lehe ve aleyhe delilleri toplama zorunluluğu hakkında en ufak bir tartışmaya girmeden direk kötü niyet addederek iftirada bulunmuştur.
 
Halbuki soruşturmayı yürütenler, lehe ve aleyhe tüm delilleri toplamakla mükelleftir ve yolsuzluk soruşturmalarında da böyle uygulanmıştır. Şöyle ki, ilgi (a) sayılı soruşturma kapsamında elde edilen somut deliller neticesinde, takibi yapılan Rıza SARRAF liderliğindeki örgütün belli başlı işler karşılığında o dönem bakanlık yapan M. Zafer ÇAĞLAYAN, Muammer GÜLER ve Egemen BAĞIŞ’a haksız maddi menfaatler sağladığı anlaşılmış, takibi yapılan örgüt yönüyle bu hususlar fezlekede belirtilmiştir. Ancak fezlekede hükümet üyelerinin adının geçtiği tek konu/konum bu değildir. Devlet Bakanı Ali BABACAN ve Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK’in de adları bahse konu fezlekede (ve raporda)geçmektedir. Ancak bu bakanların adı fezlekede/raporda, takibi yapılan bahse konu örgütün rüşvet verdiği bakanlar olarak değil, örgütün, rüşvet eylemlerini deşifre etmesinden çekindiği/örgütün, illegal iş ve işlemlerini deşifre etmesinden çekindiği/örgütün rüşvet vermeye çekindiği/şüphelilerin, rüşvet ilişkisi içerisinde oldukları bakanlardan farklı mizaçta olduklarını belirttikleri/örgütün kendilerine şikâyet edilmekten korktuğu bakanlar olarak geçmektedir. Bu hususlar soruşturma kapsamındaki fezleke ve Meclis’e gönderilmek üzere hazırlanan raporda detaylıca anlatılmış, bu (2) bakanımız soruşturmada rüşvet almayan Gümrük Görevlisi “Memur Teoman” gibi adeta övülmüştür.
 
Bu konu 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü tarafından kesinlikle dile getirilmemiştir. Bu sebeple soruşturmayı yürüten ve fezlekeyi/raporu yazan görevliler hakkında, hükümeti yıpratma iftirasının hiçbir tutarlı yanı olmadığı görülmektedir.Hükümeti yıpratma gibi bir niyetimiz olsa (ki böyle bir niyete dair en ufak bir emare gösterilemez), hükümet üyesi bu (2) bakanın takdire şayan duruşu neden fezleke ve raporda yazılsın ki? Hakkımızda bu tür iftirayı atanlar, bu soruya asla tutarlı bir cevap veremeyeceklerdir.
 
Eğer ortada hükümeti ve itibarını bir yıpratma varsa, bunu yapanlar görevini hakkıyla ve cesurca yapmak suretiyle suç ve suçun karşısında olanlar ve ahlaki duruşlarıyla suçluların kendilerine rüşvet teklif etmekten çekindikleri görevliler değil,maddi menfaat arzularına yenilip rüşvete bulaşarak rüşvet aldıkları suçluları koruyup kollama gibi bir ahlaksızlığa gebe kalanlardır. Kaldı ki medyada yayınlanan ve 17 Aralık’tan 8 ay önce MİT’in hazırladığı anlaşılan (ve yalanlanmayan) bilgi notunda, hükümeti zora düşürecek şahıs ve ilişkilerinin neler olduğu açıkça belirtilmiş olduğu görülmektedir.
 
HUKUK FİİL VE DELİLLERE BAKAR, FAİLİN KİM OLDUĞUNA DEĞİL, BİRİLERİ ÜZÜLMESİN/BİRİLERİ SEVİNSİN BİZİ BAĞLAMAZ, HUKUKUN BÖYLE BİR LÜKSÜ YOK
 
“17 Aralık Darbesi” ve “17 Aralık Başarılı Olsaydı …” İftiraları
 
Darbeler hiçbir demokratik hukuk devletinde kabullenilebilir bir yanı olmayan hukukun askıya alınma dönemleridir. Darbe, Anayasa başta olmak üzere yasalara aykırı uygulamalarla kuvvetler ayrılığının ihlal edilmesi, hak ve hürriyetin ortadan kalkması, devletin işletme sisteminin bozularak adalet ve yasama uygulamalarının bertaraf olması, keyfi idari uygulamaların alabildiğine yayılmasıdır. Darbenin ilk belirtisi, devletin DNA’sı olan Anayasa’ya aykırı uygulama ve işlemlerin meşrulaştırılmasıdır.
 
Ülkemizin ve milletimizin darbeler ile ilgili maalesef çok kötü tecrübeleri vardır. Bu konuda milletimizin hassas olduğu herkesçe bilinmektedir. 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütünün, yolsuzluk soruşturmalarını örtbas etmede bu hassasiyeti kullandığı, bağımsız yargıyı ve adli işlemleri (adli talimat ve kararların uygulamasını) tahakküm altına alırken, faili olduğu eylemi, görevini yaparak yolsuzluk soruşturmasını yürütenlere isnat etmekten geri durmamıştır.
 
Başta şunu söylemek gerekir ki; 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütünün, darbecilik iftirasıyla suçladığı bu görevliler arasında, ülkemizin son dönemlerinde darbelere karşı kelle koltukta mücadele edenler ve bu adli soruşturmalarda görev alanlar da bulunmaktadır. Yargıtay tarafından onanan darbe örgütlerine karşı yürütülmüş soruşturmalar, yıllardır siyasi rantlara meze yapılmasına rağmen her nedense 18 Aralık tarihi itibariyle birer komplo olarak ilan edilmiştir. Açıkçası 18 Aralık günü icraatına başlayan 18 Aralık Darbe Örgütü, ilk olarak türdeşlerini aklamakla işe başlamıştır.
 
Şunu tekrar vurgulamakta fayda var ki; ilgi (a) sayılı soruşturma, baştan sona hukuka uygun olarak yürütülen,delilleri -olması gerektiği gibi- savcı talimatı ve mahkeme kararlarına istinaden hukuka uygun olarak toplanan ve hiçbir merhalesinde en ufak bir hukuka aykırılık bulunmayan BİR YOLSUZLUK SORUŞTURMASIDIR. Hem de Türkiye Cumhuriyeti tarihinin şuana kadar görebileceği en somut ve en ciddi delilleri ihtiva eden bir soruşturmadır. Her yönüyle hukuka uygun rutin bir yolsuzluk soruşturmasının, her yönüyle hukuka ayrılık ihtiva eden Darbe şeklinde, kanunen görevini ifa edenlerin de ancak cebir ve şiddet kullanarak Anayasaya aykırı işlem yapanların tanımlanabileceği Darbeci şeklinde tarif edilmesi, akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Kaldı ki Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü olarak ilk defa bir yolsuzluk operasyonu gerçekleştirilmemiştir. Bundan önce CHP’li Maltepe, Avcılar, Kadıköy ve Sarıyer Belediyelerine de aynı şube tarafından (tarafımızca) soruşturma yürütülmüş ve operasyon gerçekleştirilmiştir. Ancak bunların hiçbirisi, hiçbir kimse tarafından bir darbe olarak nitelendirilmemiştir.
Bu şekildeki iftiralarda kullanılan bir illüzyondan da bahsetme
Yoo, polisiye anlamda gayet başarılı bir operasyondu
Başarısız diyerek (İLİZYON) (eğer darbe olsa sonuçları ortada olmadığı için)
Darbelerde Meclise gönderilmez, meclisten kaçırılır
TBMM’de açın bakalım darbe mi değil mi
 
“Sızdırma” İftirası
 
Operasyondan önce sızma olmamıştır. Avukatların veya adliyenin
YeniAkit’in fiziki takibi yayınlaması, SELVİ
İkamet Aramaları (Recep Abinin olayı)
Sızma operasyondan önce olur, aynen şuan yapıldığı gibi
 
Bu hususları burada bahsetmemizin sebebi, aşağıda detaylarıyla değinileceği üzere, bu tarihten sonra bahse konu soruşturma ile uzaktan yakından alakası olmayan varsayım ve iftiralarla soruşturma ve soruşturmada göre alanlar yıpratılmaya ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu konuda burada ve aşağıda yapılan açıklamalar, hakkımızdaki iftiralara cevap (savunma) mahiyetindedir.
 
25 Aralık (2012/656) Soruşturması
 
Kamuoyunca 25 Aralık dosyası olarak bilinen soruşturma, 1,5 yılı aşkın bir süre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesinde yürütülen adli bir soruşturmadır. Kayıtlı numarası 2012/656 olan soruşturma o dönem TMK 10. Md. İle yetkili kısımda görevli Cumhuriyet Savcısı Muammer AKKAŞ’IN talimatları ile olgunlaşmıştır. Soruşturma ile ilgili kamuoyunun bazı yanlış yönlendirmelere maruz kaldığı soruşturmada görev alan aşağıda adı yazılı personel tarafından gözlemlenmiştir.
 
Öncelikle soruşturma İhaleye Fesat Karıştırmak, Rüşvet, Nüfuz Ticareti, Resmi Belgede Sahtecilik, Soruşturma Gizliliğini İhlal, Tehdit, Usulsüz İşlemlerle Kamu Zararına Neden Olmak (Nitelikli Dolandırıcılık), Suç İşlemek Amacı İle Örgüt Kurmak Ve Yönetmek suçlarını araştırmak ve şüphelilerin tam tespiti ile somut delillerin ortaya konması amacıyla yürütülmüştür. Dosya kapsamında büyük çoğunluğu yolsuzluk konulu çok sayıda suç fiili tespit edilmiş ve tespit edilen hususların şüpheli şahıslar arasındaki telefon görüşmeleri, mahkeme kararlarına istinaden yapılan fiziki takipler ve alınan görüntüler ve bilirkişi raporları ile delillendirilmesi yoluna gidilmiştir.
 
Soruşturma kapsamında kamuoyunda yer alan asıl iddiaların aksine R. Tayyip Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan veya herhangi bir yakını-kızı, damadı, kardeşi vs.- dinlenmemiştir. Aynı şekilde fiziki takibe konu edilmemiş, görüntüleri alınmamıştır. Tüm bunları soruşturmada görevli adli kolluk personeli olarak ifade etmekteyiz. Ayrıca yasama dokunulmazlığı olan herhangi bir milletvekili, bakan vs. de dinlenmemiş veya takip edilmemiştir.
Soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na hitaben yazılan yazıda (fezlekede) Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan hakkında “Dönemin Başbakanı” ve “Örgüt Lideri” ifadeleri de kullanılmamıştır.
 
Soruşturma süresince tespit edilen hususlarda;
 
Öncelikle Suç İşlemek Amacı İle Kurulan Örgütün işleyişi, yapısı ve özellikleri, kamu nüfuzunun maksimum düzeyde nasıl kullanıldığı ele alınmıştır.
 
Sonrasında kamu kaynaklarının körfez sermayesi olarak adlandırılan Yasin El Kadı, Muaz Kadı, Usame Kutub gibi şahıslar için seferber edildiği, bunda N. Bilal Erdoğan’ın etkisi ve Başbakanlık Yatırım ve Destek Ajansı Başkanı M. İlker AYCI ile diğer örgüt üyelerinin körfez sermayesi için seferber oluşu mahkeme kararları ile elde edilen maddi delillerle ortaya konmuştur. Bu safhada Yasin El Kadı Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde devletin en üst düzey kaynakları kullanılarak ağırlanırken, bundan dönemin T.C. Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN haberdar oluşu da dikkat çekici olarak yerini almıştır. Kamuoyuna sızdırıldığı anlaşılan görüntülerde de Yasin El Kadı’nın BM Terörle Bağlantılı Kişiler listesinde olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına adımını atmasının dahi yasak olduğu dönemde T.C. Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile de görüşmeler yaptığı anlaşılmakla birlikte bu iddialar doğrudur ve soruşturmada şüpheli Yasin El Kadı’nın ifadesinde sorulması gereken benzer çok daha fazla husus dosyada mevcuttur. Bu safhada ayrıca Yasin El Kadı’nın suç işlemek amacı ile kurulan örgütün 1. Grubunun Lideri olduğuna ve şahsın Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’IN nüfuzu ile tamamladığı suça konu eylemlere yer verilmiştir.
 
Bir sonraki bölümde de R. Tayyip ERDOĞAN’IN yakın arkadaşı olması münasebeti ile adı kamuoyunda sıkça zikredilen M. Latif TOPBAŞ’IN liderliğini yaptığı 2. Gruba yer ayrılmıştır. Bu safhada da Başbakanlık Müsteşar Yardımcılarından İbrahim KALIN’IN da şüphelisi olduğu bazı suça konu eylemlere yer verilmiş olup, bu eylemler kapsamında, nüfuz ticareti/rüşvet, Kadıköy 3. İcra Dairesince çıkılan bir ihaleye fesat karıştırmak, dönemin Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN vasıtası ile sit alanları ile ilgili yapılan usulsüzlükler ve Urla villalarına yer verilmiştir.
 
N. Bilal ERDOĞAN’IN -her ne kadar teknik ve fiziki takibi yapılmasa da- örgütün 3. Grubunun başında olduğu ve TÜRGEV adına suça konu eylemleri takip ettiği, rüşvet, nüfuz ticareti ve tehdit yöntemleri ile TÜRGEV lehine arazi ve para topladığı tespit edilmiştir. Ayrıca örgüt üyelerinin kendi aralarında yaptıkları görüşmelerden TÜRGEV adına verilen tüm hayati kararların R. Tayyip ERDOĞAN tarafından verildiği ve vakfın gizli yöneticisinin R. Tayyip ERDOĞAN olduğu anlaşılmıştır.
 
Soruşturmaya konu suç gruplarından bir diğeri de yasama dokunulmazlığı olmayan bazı şüpheli işadamlarının yapılan teknik ve fiziki takibinde dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali YILDIRIM’IN bu işadamlarına Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’IN talimatı ile kamuoyunda havuz medyası olarak bilinen bazı TV kanalı ve gazetelerin Ömer Faruk KALYONCU’NUN başına geçeceği Zirve Holding tarafından satın alabilmesi için rüşvet toplattığı, bu işlemleri danışmanı Ömer SERTBAŞ’IN takip ettiği, şüpheli şahısların yapılan teknik ve fiziki takibinde dönemin Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN konuyu hassasiyetle takip ettiği ve paraların bir an önce toplanmasını istediği anlaşılmıştır. Bu iş adamlarının aynı zamanda TCDD ve Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından çıkılan ihaleler başta olmak üzere Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı bünyesinde çıkılan ihaleleri kendi aralarında paylaştıkları da soruşturma dosyasına girmiştir.
Örgütün diğer bir grubu olan 5. Grubun liderliğini de Kalyon Grup’un başındaki O. Cemal KALYONCU’NUN olduğu anlaşılmıştır. Bu grubun da etkin bir şekilde kamu ihalelerini takip ettiği ve Karayolları Genel Müdürlüğü Yetkililerini de etki altına alarak-rüşvet vs.- ihalelere fesat karıştırdıkları tespit edilmiştir.
Buraya kadar çok özet ve kısa bir şekilde yer verilen hususlar 2012/656 sayılı soruşturma dosyasında ayrıntılı olarak mevcuttur. Soruşturma kamuoyunda bazı basın ve yayın organları tarafından aktarılanın aksine yasama dokunulmazlığı olan herhangi biri hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki koruma tedbirleri uygulanmamıştır.
Dosya vahim denilebilecek düzeyde yolsuzluk iddialarından müteşekkildir ve iddialar tamamen somut delillere dayandırılmıştır. Görüldüğü gibi dosya bir “darbe” teşebbüsü iddiasından son derece uzak, tamamen yasal delillerden müteşekkildir. Kamuoyunca detayları henüz bilinmeyen bir soruşturma dosyası ile ilgili darbe iddiaları bir o kadar mantığa aykırıdır.
 
17 ve 25 Aralık Soruşturmaları Birer Darbe Girişimi midir?
 
17 ve 25 Aralık tarihlerinde dönemin Başbakanı halen Cumhurbaşkanı olan R. Tayyip ERDOĞAN tarafından dile getirilen ve iftira niteliğindeki söylemlerde (her zamanki akabinde bazı basım yayın organları, siyasetçiler ve köşe yazarları tarafından sıkça tekrarlanmak koşulu ile) 17 ve 25 Aralık ile adı özdeşleşmiş olan İstanbul cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/120653 ve 2012/656 sayılı soruşturmaları ile bir “darbe” yapılmaya teşebbüs edildiği, bunun da emniyet mensupları ve savcıların da bir maşası olduğu “paralel” bir örgüt tarafından yerine getirilmek istendiği ancak başarısız olduğu iddia edilmiştir. Daha da ileri gidilerek bu operasyonlarla dönemin Başbakanı olan R. Tayyip ERDOĞAN’IN Yassıada benzeri mahkemelerde yargılanacağı, hapse atılacağı iddia edilmiştir! Mantıki ve hukuki izahtan tamamen uzak bu iftiraların atılma sebebi de diğer iftiralar gibi kamuoyu algısını manipüle etmek, 18 Aralık darbesi ile ortaya çıkan bir suç örgütünün karalama ve dezenformasyon çalışmalarına konu etmek, 17 ve 25 Aralık olarak bilinen soruşturmaların yürümesini engellemektir. Atılan iftiralara dair izahatlar aşağıdaki gibidir.
 
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar başlıklı 5. Bölümünde;
 
Anayasayı ihlal
 
Madde 309- (1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
 
Yasama organına karşı suç
 
Madde 311- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar.
 
Hükûmete karşı suç
 
Madde 312- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
 
Şeklinde darbe olarak bilinen suçlar tanımlanmıştır. Usul bakımından belki yüz binlerce emsali olan 17 Aralık ve 25 Aralık soruşturmaları, adı geçen şüpheli şahısların siyasi konumları sebebi ile başta o dönem Başbakan olan R. Tayyip ERDOĞAN tarafından birer darbe girişimleri olarak algı operasyonun bir parçası olmuşlardır. Bir anlığına bu iddiaların doğru olduğu varsayılsa bile darbe iddiası yukarıda yer verilen 3 maddeden birinin kapsamına girmek zorundadır. Bu minvalde aşağıdaki sorular da cevaplanmaya muhtaçtırlar.
TCK Madde 309 ve 311’in hükümete yönelik darbe suçlaması ile uyuşmaması sebebi ile bir darbe girişimi olduğu varsayılırsa bu madde 312’ye uygun olmak zorundadır. Bu durumda
 
1.Hükümeti ortadan kaldırma, veya
2.Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme olmak zorundadır.
 
Gerek 17, gerekse 25 Aralık soruşturmalarında hükümeti ortadan kaldırma söz konusu olamaz. Çünkü ilk soruşturmada sadece 3 bakan, 2. Soruşturmada sadece 1 bakan şüpheli olarak yer almıştır. Bu bile iddiaların sadece suça karıştığı düşünülen kişilerin yer aldığı eylemlerle sınırlı olduğunu gösterir. Üstelik 17 Aralık soruşturması kapsamında bazı bakanların rüşvet eylemlerine karışma ihtimali olmadığı için örgüt üyeleri tarafından hoş karşılanmadığı, kendilerinden çekinildiği hatta korkulduğu vurgulanmıştır. 25 Aralık soruşturmasında ise sadece Binali YILDIRIM’IN dahil olduğu suça konu görüşmelere yer verilmiş olup burada tespit edilen iletişim içerikleri de iş adamlarının konuşmaları esnasında elde edilen verilerden derlenmiştir. Yani yasama dokunulmazlığı olan birisinin dinlenmesi veya takibi söz konusu değildir. Bu durumda hükümeti ortadan kaldırma nasıl mümkün olacaktır?
 
İkinci olarak muhtemelen darbe iftirası atanların bir tarafından tutturabilir miyiz diye en çok sarılacakları kısım olan “Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme” suçlaması da izaha muhtaçtır. Bu açıdan;
 
• 17 ve 25 Aralık tarihlerinde hükümet etme pozisyonunda olan hangi bakana yönelik bir yakalama, gözaltına alma, ifade alma, ikametinde arama, tutuklama gibi tedbirlerden herhangi biri uygulanmıştır? Daha da ayrıntısı, hangi bakanın evi, telefonu, işyeri veya herhangi bir iletişim aracı hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanmış ve dinlenmiş ya da izlenmiştir?
 
• 17 ve 25 Aralık tarihlerinde o dönem hükümetin başındaki isim olan R. Tayyip ERDOĞAN hakkında bir yakalama, gözaltına alma, ifade alma, ikametinde arama, tutuklama gibi tedbirlerden herhangi biri uygulanmış mıdır? Daha da ayrıntısı evi, telefonu, işyeri veya herhangi bir iletişim aracı hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanmış ve dinlenmiş ya da izlenmiş midir?
 
Bu soruların cevabı olumsuz olduğuna göre hükümetin görevlerini yapması nasıl engellenmiştir? O dönem bakan pozisyonunda olan şahıslar herhangi bir rüşvet eyleminde yer aldı ise ve bu da soruşturma savcılarına CMK hükümleri kapsamında iletildi ise ve herhangi bir CMK tedbirine konu olmadan bu bakanın/bakanların bir rüşvet veya ihaleye fesat karıştırmak suçuna karıştığı tesadüfen elde edilen delillerde mevcut ise, bu deliller imha mı edilmelidir? Bu bakanın veya yasama dokunulmazlığı olan şahsın suç işlemesini meşrulaştırır mı? Zaten hakkında herhangi bir CMK tedbiri uygulanmayan yasama dokunulmazlığı olan şahıs suç işlemekten münezzeh midir? Eğer bu soruların cevabı hayır ise ve her şey CMK’daki usullere uygun yürütüldü ise bu nasıl hükümetin görevlerini yapmasını engeller? Suç işlemek amacı ile kurulan bir örgütün varlığını tespit eden adli kolluk ve Cumhuriyet Savcısı örgütün faaliyetlerini bertaraf etme adına tamamen usulüne uygun bir soruşturma yürütüyorsa ve yapılan operasyon bir rüşvet çarkını bertaraf ediyorsa, bu durumda da hükümet görevini yapamıyorsa, hükümet üyelerini görevlerinin rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak, suç işlemek amacı ile hiyerarşik ve süreklilik kapsamında bir araya gelmek olduğunu mu düşünmeliyiz? Bu iddianın o dönem görev yapan hükümet üyelerinden herhangi bir suça karışmamış veya adı bile bulaşmamış olanları da zan altında bırakacağı düşünülürse bir suç örgütüne vurulan darbenin hükümetin faaliyetlerini engellemeye yönelik olduğunu söylemek hiçbir hukuki veya mantıki açıklamayla bağdaşmaz.
Türk Ceza Kanunu’nun 312. Maddesine göre ‘Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme suçunun Cebir ve tehdit kullanarak işlenmesi durumunda“darbe” suçu işlenmiş sayılacaktır. Bu durumda 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerine geri dönecek olursak 17 Aralıkta hiçbir hükümet üyesi hakkında herhangi bir koruma tedbiri uygulanmamış hatta usul izlenerek soruşturma evrakları ilgili savcı tarafından TBMM’ye gönderilmiştir. Üstelik TBMM’de adı geçen bakanların soruşturmalarının yürütülmesi için komisyon dahi kurulmuştur. 25 Aralık’ta ise zaten operasyon Efkan Ala’nın liderliğini yaptığı örgüt üyeleri, yani İl Emniyet Müdürü Selami Altınok ve Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI tarafından Efkan Ala’dan alınan talimat gereği gerçekleştirilmemiştir.
 
Bu durumda Cebir ve tehdit kullanılması bir tarafa, bazı siyasilerin, bakanların ve iş adamlarının adı geçen soruşturmaların gereğinin yerine getirilmesi engellenmiştir. Henüz 18 Aralık’ta yerleri değiştirilen Mali Suçlarla Mücadele Şube müdürü ve yardımcıları idarenin keyfi tasarrufu olmasına rağmen idarenin vermiş olduğu kararlara saygı göstermiş ve yeni görev yerlerine geçmiş veya müdüriyet emrine alınmışlardır. Adli kolluk görevlilerinin devam eden tasfiye dalgaları ile iş yapamaz hale getirilmesi ile yeni atanan Selami Altınok, Hakan Sıralı ve diğer rütbeli personel 25 Aralık olarak bilinen 2012/656 sayılı soruşturmanın akim kalmasına sebep olmuşlardır. Bu durumda 17 Aralık 2013 tarihine kadar Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü-idarenin tüm kararlarına yargı yolu saklı tutulmak kaydı ile uyarak- personeli olarak görev yapan hiçbir adli kolluk cebir veya tehdit kullanma yoluna gitmemiş, tamamen adli kolluk görevlerini ifa etmiş ve mahkeme kararları ile savcılık talimatlarını uygulamışlardır.
 
Yukarıda anlatılan gerekçelerle, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının birer “darbe” girişimi olduğunun iddia edilmesi sadece hukuki ve mantıki izahtan uzak olmakla kalmayıp art niyetli, iftira maksatlı ve algı manipülasyonu yaparak soruşturmalardan aklanmak niyetlidir. Bu suç duyurusunun temel nedenlerinden bir tanesi de budur.
2013 Aralık ayından 2014 Ağustos ayına kadar bu soruşturmalarda görev alan adli kolluk görevlilerinin ifadelerine dahi başvurulmamış ancak bazı yayın organları, soruşturmalarda kendileri veya yakınları aleyhine deliller bulunan siyasiler ve onlarla birlikte hareket eden bazı köşe yazarları belki de yüzlerce kez yapılan tamamen adli ve hukuka uygun olan çalışmaları “darbe”, “komplo” gibi ifadelerle itibarsızlaştırma yoluna gitmiştir.
 
3. Havalimanı – Hızlı Tren – 3. Köprü- Kanal İstanbul Projeleri ve 25 Aralık!
 
18 Aralık Yargı Darbesi ile başlayan hukuksuzluklar dizisine Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN sık sık katıldığı ve hatta bu hukuksuzlukları yönlendirdiği, gerek adli operasyonlara gerekse algı operasyonuna şekil verdiği anlaşılmaktadır.
25 Aralık dosyası olarak bilinen 2012/656 sayılı İstanbul
 
Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesindeki adli soruşturmada 3. Havalimanı -3. Köprü-Kanal İstanbul-Hızlı tren projeleri ile ilgili ne gibi çalışmalar bulunmaktaydı?
 
2012/656 sayılı soruşturma hemen bütün eylemleri ile bir yolsuzluk soruşturması olmasına karşın 3. Havalimanı projesi ile ilgili hiçbir ithamda bulunmamıştır. Soruşturmaya konu fezleke tarafımca kaleme alınmış, 3. Havalimanı ile ilgili gerek ihale gerekse edimin ifası aşamasında herhangi bir ithamda bulunulmamıştır. Buna rağmen Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN 3. Havalimanı temel atma töreninde kullandığı ifadeler kasıtlı ve algı manipülasyonuna yöneliktir.
Henüz 25 Aralık olarak bilinen soruşturma hayata geçirilememiş iken 25 Aralık 2013 tarihinde o dönem Başbakan olan R. Tayyip ERDOĞAN,
“İstanbul’da 46 milyar dolarlık 3. havalimanı ihalesini gerçekleştirdik. Bu çeşitli mahfilleri rahatsız etmiştir. Havalimanına yönelik olumsuzluğu her an yapabilirler.”İfadelerini kullanmış ve adli çalışmalar ile elde edilen somut ve son derece ikna edici delilleri karartma çalışmalarına başlamış ve algı operasyonunun devamının geleceğinin sinyallerini vermiştir.
07.06.2014 tarihinde temel atma töreninde konuşan Erdoğan’ın;
“Biliyorsunuz geçen yılın Mayıs ayında bazı gezizekalılar türedi. Bu gezizekalılar maalesef bu havalimanını hazmedemediler; çünkü onların böylesi devasa bir havalimanının yapılmasını tahayyül etmeleri mümkün değildi. Onlar Türkiye’yi hala 12 yıl önceki gibi görmek istiyorlar
…. Onlar, Türkiye’nin o kutlu yürüyüşünün durdurulması için maşa olarak kullanıldılar. Onların derdi ne ağaçtı, ne fidandı, ne çiçekti… Ama 17 Aralık ve 25 Aralık’ta yaptığı ihanetin gayet iyi farkında olan bir örgüt karşımıza çıktı.Kendisini Türkiye düşmanlarına kiralayan bir örgüt… Bu büyük havalimanı ihalesini kazanan işadamları hedefe konuldu. Amaç Marmaray’ı, hızlı treni, en çok da bu projeyi engellemekti. Operasyona yolsuzluk görüntüsü verdiler ama aslında Türkiye’nin büyük projesine ve Türkiye’ye saldırı düzenlediler. Hamdolsun o tuzakları bozduk” ifadelerini kullanmıştır.
 
Hâlbuki 3. Havalimanı projesini engellemek bir yana proje ile ilgili hiçbir suç isnadı dahi bulunmamaktadır.Soruşturmada adı geçen şüpheli işadamlarının kendi aralarında yaptıkları bazı görüşmelerde 3. Havalimanı projesini alanların rüşvet havuzuna katkıda bulunduklarına dair ifadeler geçmekle birlikte bu söylemler tahkikat aşamasında vurgulanmamış,bizzat şahıslar arasında geçen görüşmelere konu olmuştur.Kaldı ki rüşvet havuzu da Sabah-Atv-Ahaber rüşvet havuzu olup rüşvetin karşılığı olarak verilen ihalelerin de büyük çoğunluğu TCDD ihaleleridir. Bu durumda gerek usulü gerek ifası ile ilgili hiçbir suç isnadında bulunulmayan 3. Havalimanı projesine karşı olan ve projeyi engellemeye çalışan bir örgütün varlığı ortaya atılıp sonrasında kendisi ve yakınlarının adı geçtiği yolsuzluk soruşturmasında görev alan polisler ve hatta savcılar bu hayali örgütün üyesi olmakla suçlanmıştır.Soruşturmada 3. Havalimanı ile ilgili hiçbir iddia bulunmazken bu kadar sık vurgulanan bu iftira ile halk kin ve nefrete teşvik edilmiş ve iftiralar algı operasyonun bir parçası olarak bazı basın yayın organları ve köşe yazarları tarafından köpürtülmüştür.
 
Yeni Şafak gazetesini 25 Aralık 2013 tarihinde operasyona dönüştürülmek istenen 2012/656 sayılı soruşturmanın yargı darbesi ile akim bırakılması sonrasında 26 Aralık 2013 tarihli haberinde;
“Türkiye’deki siyasi istikrarı hedef alan derin operasyon şimdi de ekonomik istikrarı hedef tahtasına oturttu. Son bir haftada ekonomiye 40 milyar TL’den fazla zarar veren operasyonun ikinci haftasında, Türkiye’yi 2023′te dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri yapmayı hedefleyen projeleri akamete uğratmak için düğmeye basıldı.
 
28 ŞUBAT HORTLADI
 
Yerli sermayenin son yılda yabancı sermaye karşısında güçlenmesini hazmedemeyen uluslar arası güçler, ülkenin gelecek hedeflerini icra etmede önemli roller üstlenecek olan onlarca muhafazakar şirketin patronunu tutuklamak için harekete geçti. 28 Şubat’ta ‘Yeşil Sermaye’ diye yaftalanarak ticari hayattan dışlanan Anadolu şirketleri şimdi de operasyon kapsamında baskı altına alınmaya çalışıldı. Ankara-İstanbul hızlı treni gibi büyük projelere imza atan Cengi İnşaat’ın sahibi Mehmet Cengiz, 3. Havalimanı Projesinin müteahhidi Cemal Kalyoncu gibi Anadolu sermayesinin öncü şirketleri hedefe oturtuldu.
 
TÜRKİYE’NİN 10 YILINA İPOTEK
 
Gezi olaylarını örgütleyen kesimlerin Başbakan Erdoğan’dan acil olarak durdurmasını istedikleri 3. Havalimanı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul projeleri bu sefer savcıların hedefi oldu. Siyasi şova dönüşen bu operasyonda Gezi’de istenen uçuk istekler sacvcılarca gerçeğe dönüştürülmek istendi. Son yıllarda Anadolu sermayesinin yükselen şirketlerinin patronları gözaltına alınmak istendi. 22 milyar euro değerindeki 3. Havalimanı projesinin konsorsiyum ortaklarından Kalyon İnşaat’ın patronu Orhan Cemal Kalyoncu ile Cengiz İnşaat patronu Mehmet Cengiz gözaltına alınmak istendi. Faizleri çift haneli rakamlara yükselten operasyon nedeniyle, 3. Havalimanının yanı sıra hazırlık aşamasında olan Kanal İstanbul projesi de tehlikeye girdi. Operasyonlar nedeniyle 2023 projelerinin gecikmesi söz konusu olabilir.
 
YERLİ PERAKENDE DEVİ HEDEF ALINDI
 
Türkiye’de geniş halk kitlelerini indirim perakendeciliği ile tanıştırarak Türkiye’deki yabancı perakendeci hakimiyetine son veren BİM Mağazaları’nın Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Latif Topbaş da gözaltına alınmak istendi. Son 10 yılda 4 bin mağazaya ulaşarak Kuzey Afrika’da mağazalar açmaya başlayan BİM’in rekabetçiliği ile yerli rakip perakendecilerin de önünü açması sonucu ülkedeki yabancı perakendeci hakimiyeti sona ermişti.
 
Gezicilerin çılgın isteklerini savcılar başardı
 
Avrupa’daki havalimanlarının en büyük rakibi olması beklenen 3. Havalimannın yapımı engellenmek istendi.
 
Yerli sermayeye OPERASYON
 
Anadolu sermayesini hedef alan operasyonda tutuklanmak istenen Kalyon Grup Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Cemal Kalyoncu, geçtiğimiz hafta Çalık Holding’e ait ATV ve Sabah Gazetesi’ni satın almıştı. 3. havalimanını yapacak olan Kalyoncu, İstanbul Metrobüsü ve KKTC su hattını inşa etti.
 
BİM: Mustafa Latif Topbaş
 
10 milyar TL’yi aşan cirosu ile dünyanın en büyük 197. perakendecisi olan BİM’in en büyük hissedarı ve Yönetim Kurulu Başkanı olan Mustafa Latif Topbaş da savcılık tarafından gözaltına alınmak istenenler listesine konuldu.
 
Eksim: Abdullah Tivnikli
 
Eksim Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Tivnikli, Tivnikli, 150 milyon dolar yatırımla Batum’da Çoruh Nehri üzerine ülkenin en büyük hidroelektrik yatırımlarından birisini hayata geçirmeye hazırlanıyor.
 
Cengiz İnşaat. Mehmet Cengiz
 
Üçüncü havalimanı ihalesini 22 milyar euro gibi rekor bir fiyata alan konsorsiyumun üyesi olan Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz’in, Akşam ve Sky’ı alarak medyaya girmesinin operasyoncuları rahatsız ettiği belirtiliyor.”
İfadeleri kullanılmıştır.
 
Haberde geçen “3. Havalimanı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul projeleri bu sefer savcıların hedefi oldu” ifadeleri ile tamamen Ceza Muhakemesi Kanunu’na uygun usullerle yürüyen 2012/656 soruşturma ve soruşturmayı yürüten savcı Muammer AKKAŞ bir adım daha ileri gidilerek 2013 yılındaki gezi olaylarına katılanlarla bir hareket etmekle itham edilmiştir.Halbuki gezi olayları ile ilgili iddianame de Cumhuriyet Savcısı Muammer AKKAŞ tarafından hazırlanmıştı! Yani bir iftira daha tamamen asılsız ve kamuoyu algısını yönlendirecek şekilde ortaya atılmıştır. Ayrıca haberde geçen 3. HAVALİMANI, 3. KÖPRÜ, KANAL İSTANBUL, projelerinden hiçbiri 2012/656 sayılı 25 Aralık olarak bilinen soruşturmaya konu değildi.
 
Yeni Akit yazarı Hasan KARAKAYA 27 Ağustos 2014 tarihli “Çatı İttifakı” tutmadı… Şimdi de “Haçlı İttifakı” mı? Başlıklı yazısında
 
“…………….
2010’dan sonra neler oldu, AK Parti hangi badireleri atlattı?.. Paralel Yapı’ya karşı mücadele durduk yerde mi başladı?..
Gezi kalkışmasını başlatıp, bunu Hükümet’i devirmek için kullanan kimdi?..
17 ve 25 Aralık’taki kirli operasyonların sebebi, yolsuzluk ve rüşvetle mücadele miydi, yoksa Hükümet’e darbe indirmek miydi?..
Özellikle 25 Aralık’ta, niye 4 veya 6 değil de, 5 işadamı gözaltına alınmak istendi?.. O 5 işadamının, 3. Havalimanını yapacak olan işadamları olması sadece bir tesadüf müydü, yoksa plânlı bir operasyon muydu?..
O 3. Havalimanı ki;
Gezi Zekâlılar Platformu da, onun yapılmasını istemiyordu!.. O havalimanının yapılmasına Almanya da karşıydı… Tıpkı, İsrail lobisinin Halkbank’a karşı olması gibi!..

Gezi Zekâlı’ların ve Almanya’nın 3. Havalimanına, İsrail lobisinin de Halkbank’a karşı çıkmaları, Paralel Yapı’nın da bu operasyonların içinde yer alması bir tesadüf(!) müydü?”
…..
Şuna açıkça;
“7 Şubat MİT darbesini beceremedik!.. Gezi kalkışmasından umduğumuzu bulamadık!.. 17 Aralık’ta Halkbank’a karşı, 25 Aralık’ta 3. Havalimanı’nı yapacak işadamlarına karşı başlattığımız operasyonu elimize-yüzümüze bulaştırdık…
……
Desenize!..”
İfadelerini kaleme almış ve 3. Havalimanı ihalesini alan 5 iş adamının 25 Aralık operasyonunda gözaltına alınmasının söz “paralel yapı” tarafından hükümete darbe amacı ile gerçekleştirildiğini iddia etmiştir.
 
Öncelikle 25 Aralık 2013 tarihinde adı geçen soruşturma ile ilgili söz konusu 5 iş adamının gözaltına alınmak istediği ifade edilmiştir. Ancak 18 Aralık darbesi ile Efkan ALA’NIN doğrudan talimatları ile yeni göreve gelen SELAMİ İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan Sıralı ve suç ortakları gözaltı talimatını yerine getirmemişlerdir.
 
3. Havalimanı ihalesini alan 5 iş adamı Limak-Cengiz-Kolin-Mapa-Kalyon firmalarının başlarındaki Nihat ÖZDEMİR, Mehmet CENGİZ, Celal KOLOĞLU, Mehmet Nazif GÜNAL, O. Cemal KALYONCU isimli şahıslardır. Bunlardan hiçbirisi ile ilgili 3. Havalimanı konulu bir suç isnadında bulunulmamıştır. Yazıda geçen ifadeler tamamı ile gerçek dışı ve hedef göstermeye yöneliktir. Ayrıca Karakaya’nın kullandığı ifadeler dahi Erdoğan söylemleri ile birebir olup yapılan algı manipülasyonunu ortaya koymaktadır.
Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN üzerinde durduğu bir diğer husus da 25 Aralık dosyasının 17 Aralık dosyası ile birlikte hızlı tren projesini engellemek olduğudur. Yüksek hızlı tren projesi ile ilgili 2012/656 sayılı soruşturma kapsamında 2013 yılı Ağustos-Eylül aylarına kadar herhangi bir suç isnadı mevcut değildir. Ancak bu tarihlerde Ankara-İstanbul yüksek hızlı tren projesi kapsamında T-26 tünelinin geri kalan işinin yapımı ihalesine fesat karıştırıldığı tespit edilmiştir. İhaleye fesat karıştıranların öncelikle TÜRGEV Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet ERGUN, Hasan DAĞCI isimli şahıslar oldukları bunun yanı sıra Cengiz İnşaat- Mehmet Cengiz ile İÇTAŞ-İbrahim ÇEÇEN oldukları tespit edilmiştir. Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN oğlu N. Bilal ERDOĞAN da hem 2012/656 sayılı soruşturma kapsamında şüpheli olup TÜRGEV Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olduğu bilinmektedir. Benzer şekilde TÜRGEV yönetim kurulu üyelerinin Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’A yakın isimler olduğu da göz önünde bulundurulduğunda söz konusu ihaleye fesat karıştırılması eylemini kaleme alıp soruşturmaya dâhil eden kolluk görevlilerinin Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN tarafından iftiralara maruz kalması daha anlaşılabilir hale gelmektedir.
Söz konusu iddianın-hızlı tren projesine karşı olmak ve engellemek iddiası- iftira niteliğinde oluşu şöyle de açıklanabilir: hızlı tren projeleri Türkiye’nin başka noktalarını da kapsamakta olup soruşturmaya konu olan kısmı sadece Ankara-İstanbul Hızlı Tren hattı olup soruşturmaya dâhil olduğu dönem de 2013 yılının Ağustos-Eylül aylarıdır. Hâlbuki hızlı tren projeleri 2003 yılından itibaren hayata geçirilmiştir. Hızlı tren projeleri başladıktan tam 11 yıl sonra sadece bir bölümünün yapım ihalesine fesat karıştırılmasının tespit edilmesi, bu tespitin somut ve teyidi mümkün delillerle ortaya konması ve suça konu eyleme iştirak edenlerin sosyal konumları Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’I soruşturmada görev almış kolluk görevlilerine iftira atmaya itmiştir.
Sonuç olarak burada yer verilemeyen benzer iddiaların, haberlerin, köşe yazılarının da mevcut olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, 3. HAVALİMANI, 3. KÖPRÜ, KANAL İSTANBUL gibi projeleri üstlenen iş adamlarının suç işleme özgürlüğü olduğu mu iddia edilmektedir? Bu kadar çok haber ve yazının kaleme alınması, bu üç büyük projenin 25 Aralık soruşturması olarak bilinen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/656 sayılı soruşturmaya herhangi bir şekilde-ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma gibi- bir suçlamaya konu edilmediği ve hatta 2 tanesinin adı bile soruşturmada hiçbir zaman geçmezken, bu büyük projelerde yer alan iş adamları diğer ihalelerinde ve işlerinde suç işleme özgürlüğüne mi sahip olmuşlardır ki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı dahi bu şahısların hedef alındığı, sözde ‘paralel yapı’ ve darbe iddialarını sürekli gündeme getirmek zorunda kalmıştır? Asıl cevabı aranması ve soruşturulması gereken konu ise R. Tayyip ERDOĞAN’IN talebi ve talimatı üzerine Sabah-Atv-Ahaber rüşvet havuzuna katkı sağlayan ve karşılığında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ihaleleri alan ve almaya devam eden bu iş adamları bu katkılarından dolayı mı dokunulmazlık kazanmış gibi tamamen iftiralarla dolu haber ve söylemlerle sürekli korunmaktadır?
 
18 Aralık “Hukuka ve Anayasal Düzene Darbe” Süreci
 
Kamuoyunca “17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu” olarak bilinen adli çalışmaların akabinde eylem ve söylemleri ile örgütlü bir şekilde yargı darbesi yapıldığı ve darbe faaliyetlerinin 18 Aralık 2013 tarihli eylemlere başladığı anlaşılmıştır. Örgütün temel amacının dönemin Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN’a yakın iş adamları ile oğlu ve damadının, dönemin bazı bakanları ile çocuklarının da karıştığı rüşvet ve yolsuzluk faaliyetlerinin yer aldığı adli soruşturmalarının devam etmesini engellemek, delilleri karartmak, söz konusu soruşturmaları yürüten kamu görevlileri hakkında iftira atmak ve aleyhine suç uydurmak sureti ile sistemli bir şekilde kamuoyu algısını da oluşturarak idari ve adli soruşturmalara yol açabilmek olduğu görülmüştür.
 
Örgütün 17 Aralık 2013 tarihi sonrasında şekillenen Emniyet, Adliye ve Medya ayağının olduğu anlaşılmıştır. 17 Aralık 2013 tarihi sonrasında İçişleri Bakanı olarak göreve gelen Efkan ALA’nın söz konusu örgütün liderliğini yaptığı, kamu nüfuzunu da kullanarak cebir ve tehdit ile yürüttüğü suça konu eylemleri koordine ettiği, suça konu faaliyetlerin sistematik ve hiyerarşik bir şekilde gerçekleştirildiği görülmüştür. Suç işlemek amacı ile kurulan örgütün suç işleme kastı, eylemlerindeki süreklilik, imkân ve kabiliyeti aşağıda ayrıntılı olarak yer almıştır.
 
Örgütün tarafımın da içerisinde olduğu kamu görevlileri ile ilgili Emniyete yeni atanan personel vasıtası ile suç uydurduğu, Emniyet Teftiş Kurulundaki müfettişler vasıtası ile soruşturma başlattığı ve sahte tutanaklar ve soyut ifadelerle idari cezalar talep ettikleri, tüm bu süreç içerisinde bazı basın kuruluşlarına gizli kalması gereken bilgilerin sızdırılarak algı oluşturulmaya çalışıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca medya ayağı vasıtası ile yolsuzluk soruşturmasında görev almış adliye ve emniyet mensuplarının tehdit edildiği, sistematik olarak hedef gösterildiği, iftiralar atıldığı görülmüştür.
 
ANAYASADA BELİRTİLEN KUVVETLER AYRILIĞI ORTADAN KALDIRILMIŞ, BAĞIMSIZ YARGI VE YARGISAL İŞLEMLER TAHAKKÜM ALTINA ALINMIŞ, TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR VEREN MAHKEMELERİN VE CUMHURİYET SAVCILARININ KARARLARI YÜRÜTME ERKİNİN ÜST DÜZEY YÖNETİCİLERİ TARAFINDAN ÖRGÜT ÜYELERİNE ENGELLETTİRİLMİŞTİR
 
PARALEL YAFTALAMASI ile sistematik propaganda,sanki bunu desteklermişçesine görüntüden (uyduruk) disiplin soruşturmaları (paralel polisler denilerek)
 
(A)
ÖRGÜTÜN YAPISI VE İŞLEYİŞİ
 
1.ÖRGÜTÜN SUÇ İŞLEME KASTI
 
2.ÖRGÜTÜN SÜREKLİLİĞİ
 
3.ÖRGÜTÜN İMKÂN VE KABİLİYETİ
 
4.ÖRGÜTÜN ORGANİZASYONU

 
Müfettişlerin ayarlanışı (tape)
 
Müfettişler ve idare arasındaki koruyup kollama mekanizması
Usulsüzlüklerde müfettişler ile idarenin paslaşması (bilinçli iştiraki)
 
(B)
EYLEMLER
 
EYLEM I
 
ANAYASAYI İHLAL, SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME
GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA,

 
18 Aralık 2013 tarihine kadar Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olarak görev yaptığım süre zarfınca adli kolluk sorumlusu olarak görev yaptığım ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen kamuoyunca 17 Aralık soruşturması olarak bilinen 2012/120563 ve 25 Aralık Soruşturması olarak bilinen 2012/656 sayılı soruşturmaların bazı siyasileri ve yakınlarını da kapsayan bilgileri de içermesi münasebeti ile bir dizi hukuksuzlukların tarafımın da görevden alındığı 18 Aralık 2013 tarihi ile başladığı görülmüştür.
CHP İstanbul Milletvekili Umut ORAN’IN İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yaparken, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya 17 Aralık Operasyonu sonrası bazı polis müdürlerini görevden alması için talimat verdiği iddia edilen telefon görüşmesi kaydını dinletmiş olup söz konusu ses kaydında geçen görüşmeler aşağıdaki gibidir.
18.12.2013 tarihinde saat 02.27 sıralarında geçtiği iddia edilen görüşme kaydı;

H. Avni MUTLU: Evet sayın müsteşarım, efendim
Efkan ALA: Biz şimdi şuanda burdayız. Bu iki tane adam varya şube müdürü, bu işi yapanlar, size de haber vermeden, bu iki şube müdürü ve onların yardımcıları var. onların şimdi gidin hepsini alın görevden, uzaklaştırın. Yerlerine doğru dürüst bu işleri hükümete karşı komplo kutmayacak, çete kurmayacak şeylerden oluşturun.
 
H. Avni MUTLU: Görevlerinden uzaklaştıralım derken? Görevlerinden alacağız!
 
Efkan ALA: Açığa alın.
 
H. Avni MUTLU: Ha açığa alalım.
 
Efkan ALA: Gönderirsiniz başka yere. Şu anda gidip, akşam, toplayın hemen şimdi 1 saat içerisinde yapın geçin
 
H. Avni MUTLU: Evet, sabaha yapsak olmaz mı müsteşarım
 
Efkan ALA: ONLAR İFADE MİFADE ALDILAR MI O ZAMAN BİR ANLAMI KALMAZ Kİ! AYNI ADAMLAR AYNI KOMPLOYU KURUP.
 
H. Avni MUTLU: TABİ İFADELERİ SAVCI ALACAK ZATEN
 
Efkan ALA: ALSIN YERİNE DOĞRU DÜRÜST ADAM ATADIKTAN SONRA. BÖYLE BİRŞEY… SİZ İLİN VALİSİ, EMNİYET MÜDÜRÜ.. BUNU TEKRAR MÜZAKEREYE MEZUN DEĞİLİM DE
 
H. Avni MUTLU: Peki anladım tamam.
 
Efkan ALA: TAMAM KARDEŞİM. HEPİNİZİ ALDIM, HADİ, BİTTİ DEYİP
 
H. Avni MUTLU: Oldu hadi teşekkür ediyorum. Hayırlı Geceler.
 
18.12.2013 tarihinde saat 03.43 sıralarında geçtiği iddia edilen görüşme kaydı;

Efkan ALA: HA ŞEY DE DEDİĞİM GİBİ BURADA BAŞBAKANLIĞA, HELE DE BUNU DEMEME BİLE GEREK YOK DA, HERHANGİ BİR YERİNE HERHANGİ BİR ŞEKİLDE, HİÇBİR ŞEKİLDE, NEDİR O?, ADAM GİTMESİ, POLİSLERİN GİTMESİ, BÖYLE BİRŞEY ZİNHAR HA, BUNA DİKKAT EDİN DE.
 
H. Avni MUTLU:KİMİN GİTMESİ?
 
Efkan ALA: ŞÖYLE NE BİLEYİM BEN HANİ, DİLİM BİLE VARMIYOR DA BAŞBAKANIN ORAYA KONUTA, ORYA BURAYA ZİNHAR ÖYLE BİRŞEY OLACAK ŞEY DEĞİL DE, ANLATABİLDİM Mİ?
 
H. Avni MUTLU: BİZİM BURAYA MI HAA YOK HAA, YOK YAV ANLADIM
 
Efkan ALA: ANINDA GÖREVDEN ANINDAN, ADIMINI ATAN GÖREVDEN ALINIR KARDEŞİM
 
H. Avni MUTLU: HA YOK YOK, ÖYLE BİRŞEY YOK ZANNETMİYORUM
 
Efkan ALA: ADAM DİYELİM ÖYLE BİRŞEY YAPTI, SİZİN YAPACAĞINIZ ŞEY, HEMEN HABER VERECEKSİNİZ VE İKİ HEMEN GÖREVDEN ALDINIZ SİZİ HADİ,
 
H. Avni MUTLU: YOK YOK ÖYLE BİRŞEY YOK YA, ZANNETMİYORUM, BİLEMİYORUM TABİ DE BUNLARIN SAĞINI SOLUNU, AMA ZANNETMİYORUM
 
Efkan ALA: BU TÜR KONULARDA ÇOK HASSAS OLUN SAYIN VALİM. AKIL DEVREDEN ÇIKINCA, BU OLACAK ŞEY DEĞİL DE, DİYELİM Kİ BÖYLE BİRŞEY OLDU, ADAMI HEMEN, ÖYLE Mİ KARDEŞİM, KİMİ GÖREVLENDİRMİŞ ALDIM ONLARI GÖREVDEN BİTTİ. ONDAN SONRASINI SİZ BURAYA BIRAKIN. YASA NE LAZIMSA O ÇIKAR KARDEŞİM
 
H. Avni MUTLU: Tamam tamam, o konularda öyle şey mi olur yaa.
Efkan ALA: MİT’TE DE AYNI ŞEYİ YAPIYORLARDI, TERSİNE DÖNDÜ HERŞEY TAMAMI KORUMAYA ALINDI, HİÇ KİMSE KIPIRDAYAMAZ, YANİ ÖYLE BİRŞEY OLMAZ
 
H. Avni MUTLU: Tamam tamam oldu.
Efkan ALA: NE LAZIMSA KANUN ÇIKAR HEPSİ ÇIKAR.

17 Aralık 2013 tarihinde gereği yerine getirilen2012/120563 sayılı soruşturma kapsamında göz altına alınan Bakan çocukları ve diğer siyasi yakınlarının ifadelerinin alınması sürecinde, aynı tarihte İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından gereği yerine getirilen adli çalışmalarda da bir bakan çocuğu ve bazı siyasiler ile iş adamlarının adı geçmesi münasebeti ile tarafımın ve dönemin Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi ARDIÇ’IN görev yerlerinin değiştirilmesi talimatının Başbakanlık Müsteşarı Efkan ALA tarafından verildiği, talimattaki maksadın bakan çocuklarının ifadelerinin örgüt üyelerinin kendi kontrolü altındaki şahıslar tarafından alınması olduğu açıkça ortadadır. Adli kolluk sorumlusu olarak görev yaptığım süre içerisinde gerçekleştirilen 17 Aralık operasyonunda adli birimlerin çalışması engellenmiş Anayasanın Üçüncü Bölümünde tanımlanan Yargı erkinin faaliyetlerini anayasal güvenceler altında yerine getirmesinin önüne geçilmiştir. Ayrıca adli yargıya bağlı olarak faaliyet gösteren adli kolluk birimleri henüz soruşturma safhasında iken yukarıdaki görüşmede örgüt lideri Efkan ALA’NIN İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’ya verdiği talimatlar ve sonrasında gelişen hukuka aykırı eylemler ile tasfiye edilmiştir.
 
2012/120563 sayılı soruşturma kapsamında soruşturma savcısının talimatları ile gerçekleştirilen ifade alma işlemleri esnasında da tehdit ve cebir unsurları ön plana çıkmıştır. Söz konusu soruşturmayı yürüten Yolsuzluk Büro Amiri M. Akif ÜNER tarafından yapılan suç duyurusunda örgüt liderinin talimatları doğrultusunda 18 Aralık ve sonraki tarihlerde Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne tayin olan personel delilleri karartarak Bakan çocukları ve siyasiler ile yakınlarının şüpheli olduğu soruşturmanın yürümesini engellemek istemişlerdir. (EK-12) Söz konusu suç duyurusunda yer verilen hususlardan, soruşturma ile ilgili gözaltı, ifade alma ve adliyeye intikal süreçleri içerisinde, görevlerine Efkan Ala’nın müdahalesi sonrasında başlamış olan İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI ve Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN tarafından ilgili personel üzerinde psikolojik baskı oluşturmak suretiyle soruşturmayı akamete uğratacak şekilde davrandıkları anlaşılmıştır.
 
Adı geçen personelin Şüphelilere ifadelerinde sorulması için hazırlanan hukuki ve maddi delillere dayalı bazı sorulara yönelik değişiklik yapılması konusunda baskı yaptıkları, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere hazırlanan fezlekenin imzalanmaması ve paraflı sayfasının imha edilmesi ile delilleri karartma girişiminde bulundukları anlaşılmıştır.
Eylemin hukuka aykırı olduğunun yukarıdaki görüşmeyi yapanlar tarafından da bilindiği ve Efkan ALA’NIN suça konu faaliyetlerin yasama organı vasıtası ile suç olmaktan çıkarılacağının garantisini verdiği görülmüştür. Bu durum bile örgütün suç işleme kastını açıkça ortaya koymaktadır. Aksi halde yasa koyucu neden yeni bir düzenleme getirme ihtiyacı duysun?
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olarak görev yaptığım dönem içerisinde şube müdürlüğümüz marifeti ile yürütülen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/656 sayılı soruşturması kapsamında 25 Aralık 2013 tarihinde soruşturma savcısı tarafından verilen talimatların da yerine getirilmediği, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 138’de açıkça belirtilen ‘Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.’ İlkesini açık ve net bir şekilde ihlal etmek suretiyle Anayasal hüküm askıya alınmış ve Görevi Kötüye Kullanma suçunu işlemişlerdir. (Ek-2)3
Görüldüğü üzere Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne örgüt lideri Efkan ALA’NIN talimatları ile atanan Selami YILDIZ, Hakan SIRALI, Arzum NAZMAN ve İl Emniyet Müdürü Selami ALTINOK, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu tarafından anayasal hükümler askıya alınmış, tehdit ve cebir unsurları kullanılarak 2012/120563 ve 2012/656 sayılı soruşturma savcılarının talimatları yerine getirilmemiş, aksine deliller karartılmış ve savcılık talimatını uygulamak isteyen personele baskı yapılmıştır. Bu eylemler ile Türk Ceza Kanunu’nun Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar başlığı altında yer verilen Anayasayı ihlal Madde 309- (1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya BU DÜZENİN FİİLEN UYGULANMASINI ÖNLEMEYE TEŞEBBÜS EDENLER ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar. Hükmü gerçekleştirilmiştir.
 
Bu kapsamda o dönemde Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü yapmam sureti 2012/656 sayılı soruşturmada şüpheli Ahmet ERGUN ile irtibatlı olan ve 2012/120563 sayılı soruşturmada adı geçen dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler ile irtibatlı olduğunu bildiğim Hakan Sıralı soruşturmalara müdahale etmek amacı ile göreve getirilmiş ve bunu uygulamaları ile de teyit etmiştir.
 
EYLEM II
RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK

 
Tarafımın ve birlikte görev yaptığım adli kolluk personelinin tasfiye edilmesi ile başlayan çok sayıda idari soruşturma mevcuttur. Bu soruşturmaların ortak özelliklerinin hemen hepsinin aynı müfettişler tarafından soruşturulması ve soruşturma safhası devam ederken raporlar tamamlanmış gibi tarafımın dahi henüz ulaşamadığı bilgilerin bazı basın yayın organlarında yayımlanmasıdır.
 
Tarafımın da dâhili olduğu idari bir soruşturmayı yürütmek üzere Polis Başmüfettişleri Erhan GÜLVEREN ve Kenan AYDOĞAN görevlendirilmiş hakkımda (02.36.14) sayılı soruşturma kapsamında müfettişlerce bir defa Devlet Memurluğundan Çıkarma ile toplam 3 defa Meslekten Çıkarma cezalarıyla tecziye talep edilmiştir. Soruşturmacılar dosyadaki ifade ve belgeleri raporlarına kasıtlı olarak yanlış ve eksik yansıtıp gerçeğe aykırı belge düzenleyerek suç işlemişlerdir.
 
Polis Başmüfettişleri Kenan AYDOĞAN ve Erhan GÜLVEREN”in Teftiş Kurulu Başkanlığına Hitaben 14/04/2014 tarih 2014/95 sayı ile sunduğu ve 30.04.2014 tarihinde elime geçen Disiplin Soruşturması Raporunun (Ek-3) Tahlilinde;
 
Raporun 1. Sayfasında; “Suçun Yeri ve Tarihi: 2- İstanbul Emniyet Müdürlüğü bila gün ve 04/ 2014” olarak belirtilmiş ancak;
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şube Müdürlüğü”nün bahse konu yazısı 04/2012 tarihlidir. Suç tarihin farklı yazılmasının zamanaşımı hususunun göz ardı edilmesi kastıyla yapıldığı ve raporun gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği değerlendirilmektedir.
Raporun 4. Sayfasında; “…… gösterilen tutanağa konu olan olayı hatırladığını, 19.04.2012 tarihinde gri renkli bir doblo tipi araçla,……”
Özel güvenlik görevlisinin beyanına göre; İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şube Müdürlüğü”nün bila gün 04/2012 tarihli yazısının 19/04/2012 tarihinde Haliç Kongre Merkezine teslim edildiği anlaşılmaktadır. Buna göre bahse konu belgenin düzenlenme tarihi 19/04/2012 olduğundan, zamanaşımı süresi dolmuştur. Fakat müfettişler tarafından suç tarihi açıkça beyana rağmen rapora farklı yansıtılmıştır.
 
Müfettişlerce düzenlenen Raporda Polis Memuru İsa Karayiğit”in kendisine gösterilen kamera kayıtlarından üç tane fotoğrafa ait tutanağı hazırladığı ifade edilmektedir. Ancak İsa KARAYİĞİT ifadesinde “kendisine gösterilen kamera kayıtlarından üç tane fotoğrafa ait tutanağı hazırlamadığını” beyan etmektedir. Burada müfettişler Kurulu yanıltmak amacıyla ifadede geçmeyen bir hususu tam aksi varmış gibi raporlarında belirtmişlerdir.
“…… bu görüntüler uzun olduğundan kendisi sürekli incelemeye katılmış olsaydı hatırlayacağını, ancak Ercan’ın tutanağı getirip imzalaması için verdiğini hatırlamadığını, ……..” Müfettişlerce düzenlenen Raporda Polis Memuru İsa Karayiğit”in Ercan”ın tutanağı getirip imzalaması için verdiğini hatırlamadığı ifade edilmektedir. Ancak İsa KARAYİĞİT ifadesindeki beyanı “ancak Ercan”ın tutanağı getirip imzalaması için verdiğini hatırlıyorum.” şeklindedir. Müfettişler Kurulu yanıltmak amacıyla ifadede geçmeyen bir hususu tam aksi varmış gibi raporlarında belirtmişlerdir.
 
14.04.2014 günü saat 12.40 da faks ile yazılı ifade verme talebine dair bir tutanak tanzim edilmiştir. Polis Başmüfettişlerine hitaben 14.04.2014 tarihli savunma hakkı etkin kullanabilmek üzere bir dilekçe yazılmıştır. Bu dilekçeyi 14.04.2014 tarihinde Personel Şube Müdürlüğünün 0212 636 14 12 numaralı faks numarasına gönderilmiştir. Dilekçenin Personel Şube Müdürlüğüne ulaştığını ise 14.04.2014 tarih saat 12.27 de 0212 636 13 94 numaralı telefon ile yaptığım 29 saniyelik görüşme ile teyit ettim. İfade saatimin 12.30 olduğunu ise Disiplin Soruşturması Raporundan öğrenmiş bulunmaktayım. Dilekçemin 12.27 de ulaşmış olmasına rağmen Müfettişlerce 12.40 olarak tutanağa bağlanmış olması ve dilekçemin üzerine benim faksıma ait olmayan bildirimin eklenmesi, ifade saatinden sonra faksın geldiğini vurgulamak amacıyla kasıtlı olarak tutanağın yanlış düzenlendiğini düşündürmektedir.
Bu tutanak gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiştir ve Kurulu yanıltma amacını taşımaktadır.
Raporun 10. Sayfasında Hakkında Disiplin Soruşturması Yapılan Polis Memuru Mahmut Yavuz bölümünde; “…… görüntüleri izlediğini, ancak üzerinde herhangi bir işlem yapmadığı…..”
Raporda Polis Memuru Mahmut Yavuz”un görüntüleri izlediğinden bahsedilmektedir ancak Polis Memuru Mahmut Yavuzun ifadesinde “Görüntülerin içeriğinden kesinlikle bilgim yoktur. Görüntüleri izlemedim, görüntüler üzerinde herhangi bir işlem yapmadığım gibi bu şekliyle aidiyet numaramı kullanarak bir tutanak hazırlayabilmem mümkün değildir.” dediği anlaşılmaktadır.
 
Raporu hazırlayan Müfettişlerin Kurulu yanıltmak amacıyla ifade de olmayan beyanları olmuş gibi rapora ekledikleri ve tezlerini gerçeğe aykırı hususlara dayandırdıkları görülmektedir.
Raporun Tahlil Bölümü 13. Sayfası, 4. İfade ve Belgelerin Karşılaştırılması Başlıklı Bölümde; “…… alınan yeminli tanık ifadelerinde, hatırlamadıkları bir tarihte, sivil bir doblo araçla……”
Raporda özel güvenlik görevlilerinin hatırlamadığı bir tarihten bahsedilmektedir ancak özel güvenlik görevlisi Aydın GÜMÜŞ”ün ifadesinde “kendisine gösterilen tutanağa konu olan olayı hatırladığını, 19.04.2012 tarihinde gri renkli …..” dediği anlaşılmaktadır. Raporu hazırlayan Müfettişlerin Kurulu yanıltmak amacıyla ifadede olan beyanı olmamış gibi rapora ekledikleri ve lehime olan delilleri kararttıkları aşikar olup bu durum mezkur soruşturmanın mesnetsiz, yanlı ve neticesi önceden planlanmış bir faaliyet olduğunu ortaya koymaktadır.
Yukarıda yer verilen sahtecilik sebepleri ile hakkımda ve daha önce birlikte görev yaptığım personel aleyhinde sonuçlar doğuran müfettiş raporu sahte olarak düzenlenmiş, alelacele kurula sevk edilerek cezalandırılmamız amaçlanmıştır.
Ayrıca söz konusu rapor ile ilgili basın yayım organlarında da çarpıtılmış haberlere yer verildiği, yalnızca düzenlenenmakamın ve tevdi edildiği Cumhuriyet Başsavcılığının elinde olduğu anlaşılan rapor örgütün iki ayağından biri tarafından üçüncü ayağı olan medyaya servis edilmiş ve birtakım ekleme çıkarmalarla kamuoyunda algıyı yanlış yönlendirmek amacıyla kullanılmıştır.
 
EYLEM III
İFTİRA

 
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne 18 Aralık 2013 tarihinde getirtilen Hakan SIRALI tarafından şube müdürlüğünce o tarihe kadar yapılan operasyonel çalışmalarda kullanılmak üzere KOM Daire Başkanlığı tarafından gönderilen çok sayıda projeli çalışmada yer alan harcama tutanakları ile ilgili usulsüzlük olduğundan bahisle henüz idari soruşturma da yapılmadan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuş olup öncesinde birlikte görev yaptığım personelin şüpheli sıfatı ile ifade verdikleri soruşturma neticesinde soruşturma savcısı tarafından “Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar” verilmiştir. (Ek-4) Suç duyurusunda bulunan kamu görevleri aynı gayreti görev alanına giren suçlarda da göstermiş olsalardı tarafımın görev yaptığı süre zarfınca yapılan çalışmaların belki bir kısmına karşılık gelebilecek başarı gösterebilirlerdi.
 
Bu soruşturma başlangıcı için suç uydurarak görevini kötüye kullanan Hakan Sıralı iftira suçunu işlemiştir. Herhangi bir somut veriye dayanmadan Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü sıfatı olmasına rağmen Hukuk İşleri Şube Müdürlüğü personeli gibi tarafımın ve birlikte görev yaptığım adli kolluk personelinin gündelik hayatın olağan akışına uygun yazışma ve faaliyetleri ile aleyhime sonuç doğuracak her türlü faaliyetintitizlikle araştırılması, Hakan Sıralı isimli şahsın bu işlemleri aldığı talimatlarla yerine getirdiğini ortaya koymaktadır. Nitekim bu şahsın neden Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne getirildiğini ve bu durumun kimin menfaatine olduğu hususlarına yukarıda yer vermiştim.
 
EYLEM IV
SAVUNMA HAKKININ KULLANDIRILMAMASI
GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA

 
Efkan Ala’nın talimatları doğrultusunda Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne atanan Hakan Sıralı’nın imzası ile başlatılan çok sayıda idari soruşturma mevcuttur. Soruşturmaların birçoğunda hakkında soruşturma yürütülen sıfatı ile ifadesi alınan şahıslar ve tarafımın savunma hakkı kısıtlanmıştır. Anayasanın 36. Maddesinde tanımlanan Hak Arama Hürriyeti İdarenin keyfi tasarrufları neticesinde sınırlanmıştır.
 
Bunlardan;
 
1. (02.36.14) sayılı disiplin soruşturması kapsamında şehir dışında olduğum sırada ikametime usule aykırı tebligat yapılmış, Tebligatın alınmasından hemen sonra DMK ve CMK’ndaki savunma hakkı kapsamında soruşturma dosyasının nüshası ve savunma süresinin dosyanın tesliminden sonra başlatılması talep edilmesine rağmen usule aykırı tebligat dikkate alınmadan, zamanında dosya gönderilmeyerek yazılı savunma hakkımdan mahrum bırakıldım.
 
2. {03.136.14) sayılı disiplin soruşturması ile ilgili 30.04.2014 tarihinde 7 gün içinde yazılı savunma yapmam gerektiği tarafıma bildirildi. 01.05.2014 tarihinde faksla” 02.05.2014 tarihinde ise EBYS ile soruşturma dosyasının tarafıma gönderilmesi ve savunma süresinin dosya tesliminden sonra başlatılmasını talep ettim. Her hangi bir cevap alamayınca 05.05.2014 tarihinde aynı taleplerimden oluşan yeni bir dilekçe yazdım. Neticesinde savunma sürem dolduğundan soruşturma dosyası tarafıma gönderilmediğinden, dosya münderecatı incelenemeden 07.05.2014 tarihinde yazılı savunma yapmak zorunda kaldım.
İdare, dosyayı teslim etmek için savunma süresinin bitmesini beklemiştir. Ayrıca, dosyayı gönderdikten sonra savunma süresini başlatması gerekirken bunları yapmayarak açıkça savunma hakkımı ihlal etmiştir.
 
3. (03.181.14) sayılı disiplin soruşturması ile ilgili 20.05.2014 tarihinde 7 gün içinde yazılı savunma yapmam gerektiği tarafıma bildirildi. 22.05.20|4 tarihinde faksla 23.05.2014 tarihinde ise EBYS ile soruşturma dosyasının tarafıma gönderilmesi, savunma süresinin dosya tesliminden sonra başlatılmasını ve konunun DMK ve CMK kapsamında savunma hakkı olarak değerlendirilip, bilgi edinme kapsamında değerlendirilmeyerek ücret talep edilmemesini talep ettim. 26.05,20|4 tarihinde, idare tarafından tarafıma, ilgili bankaya 146 TL yatırdığım taktirde soruşturma dosyasını alabileceğim tebliğ edilirken, yazıda savunma süresinin tebligattan sonra başlatılmasına dair hiçbir ibare görülmedi. Neticesinde savunma sürem dolduktan sonra soruşturma dosyası tarafıma ulaştırıldığından, dosya münderecatı incelenemeden 27.05.2014 tarihinde yazılı savunma yapmak zorunda kaldım. İdare, dosyayı teslim etmek için savunma süresinin bitmesini beklemiştir. Ayrıca, dosyayı gönderdikten sonra savuna süresini başlatması gerekirken bunları yapmayarak açıkça savunma hakları ihlal etmiştir.
 
4. (02.49.14) sayılı disiplin soruşturması ile ilgili 23.05.2014 tarihinde 7 gün içinde yazılı savunma yapmam gerektiği tarafıma bildirildi. Aynı gün yani 23.05.2014 tarihinde EBYS ile soruşturma dosyasının tarafıma gönderilmesi, savunma süresinin dosya tesliminden sonra başlatılmasını ve konunun DMK ve CMK kapsamında savunma hakkı olarak değerlendirilip, bilgi edinme kapsamında değerlendirilmeyerek ücret talep edilmemesini talep ettim.
 
Taleplerime hiçbir cevap verilmediğinden soruşturma dosyasında tarafım için hangi suçlardan hangi cezaların talep edildiğini öğrenemeden savunma sürem dolduğundan, 29.05.2014 tarihinde bu durumu ve taleplerimi bildirir 14 sayfalık bir dilekçe gönderdim. Savunma süresinin bitiminden 3 gün sonra yanı 02.06.2014 tarihinde ilgili bankaya 66 TL yatırarak dosyayı alabileceğim tarafıma tebliğ edildi. Neticesinde savunma sürem dolduktan sonra soruşturma dosyası tarafıma ulaştırıldığından, dosya münderecatı incelenemediğinden savunma yapamadım.
 
Yukarıda yer verdiğim soruşturmalarda ayrı ayrı savunma haklarım kısıtlanmış, soruşturmayı CMK hükümlerine göre sürdürdüklerini iddia eden Polis başmüfettişleri ve diğer sorumlular savunma haklarının kullanılmasının önüne geçerek ayrıca görevlerini kötüye kullanmışlardır. Burayı Yakub müdüre danışalım. Diğer sorumlular?
 
ÖRGÜTÜN EMNİYET BİRİMLERİNDEKİ PERSONELİ VASITASI İLE İŞTİRAK ETTİĞİ ZİNCİRLEME FAALİYETLER VE TÜRK CEZA KANUNU’NDAKİ KARŞILIKLARI
 
Aşağıda tamamen resmi belgelere dayanan delillerle ortaya konacağı üzere; İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli Başkomiser Hakan KORKMAZ ve Polis Memur Caner METİNER tarafından tutulan gerçeğe aykırı tutanak dayanak gösterilerek açılan ve “18.11.2013 tarihinde görevden alınan bir şube müdürünün aynı tarihte savcılığa bir yazı göndermesinin suç olup olmadığı” konulu disiplin soruşturmasını yürüten adı geçen (4) Polis Başmüfettişi, bu suçlamanın hukuken mesnetsiz olduğunun açıkça anlaşılması üzerin bu sefer Başkomiser Hakan KORKMAZ’ın yalan beyan içeren ifadesi ve birlikte imza altına aldıkları ikinci bir sahte tutanağı dayanak gösterip disiplin soruşturmasının görevlendirilme alanı dışına çıkmışlar, Başsavcılık ve TBMM tarafından halen gizlilikle devam eden bir işlemi, açıkça yetki gaspına rağmen disiplin soruşturmasına konu ederek şahsımı da şüpheli olarak soruşturmaya dâhiletmişler, bunun üzerine soruşturmada şüpheli personelin lehine belirtilen delilleri toplamadan, isnat edilen suçlama hakkında hiçbir soru sorulmadan, ifadelerdeki beyanlar hazırlanan fezlekede özetlenirken çarpıtılıp tam zıt bir anlamda gösterilerek, yazılı mevzuat hükümlerinin hiçbirisine atıfta bulunmadan ve yapılan işlemin hukuka aykırı olduğu yönünde bir tane bile hukuki/mevzuattan bir dayanak gösterilmeden sade bir yorumlama ile personel hakkında “Meslekten Çıkarma” cezası istenmiş, aynı disiplin soruşturması kapsamında hazırlanan tevdii raporu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş, böylece adı geçen şahıslar resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, iftira ve görevi kötüye kullanmak suçlarını işlemek suretiyle şahsımı mağdur etmişler, yine bu suretle devam edenbir soruşturmayı itibarsızlaştırma ve yapılan işlemleri hukuka aykırı göstermek suretiyle adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ettikleri anlaşılmıştır.
 
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 2012/120653 sayılı soruşturma kolluk tarafından hukuka uygun çalışma yöntemleriyle, şüpheli şahıslarla iddia edilen suçlar arasındaki illiyeti net bir şekilde ortaya koyan çok ciddi maddi delillerin toplanabildiği bir soruşturmadır. Soruşturmadaki bu deliller, bazı yüksek düzeyli devlet büyükleri ve aile fertlerinin suç işleme şüphesi altında kalmalarına sebebiyet vermiştir. Soruşturmanın, ülkemizin alışık olmadığı çapta ve mahiyette olması sebebiyle, bu operasyona karşı kamuoyunda her geçen gün dozu artan şekilde itibarsızlaştırma, sulandırma ve algı operasyonu faaliyetlerine girildiği görülmüştür.
 
Bu süreçte, görevini kanun namına ve hakkıyla yapan adli kolluk görevlilerinin haklarında asılsız ve mesnetsiz soruşturmalar açılarak, adil yargılama etki altına alınmaya çalışıldığına kamuoyu şahit olmuştur.
 
Bu algı operasyonu imajı uyandıran konulardan biri de, soruşturma kapsamında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulacak fezlekeye esas olmak üzere, soruşturma savcısı Celal KARA’nın emri üzerine tarafımızca soruşturmaya esas eylemlerden ilgili yerlerin kopyalanması suretiyle hazırlanarak Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen ve Rıza SARRAF liderliğindeki suç örgütünün eski İçişleri Bakanı Muammer GÜLER, eski Ekonomi Bakanı Zafer ÇAĞLAYAN ve eski AB Bakanı Egemen BAĞIŞ’la ilgili iddia edilen eylemlerinin bahsedildiği 18.12.2013 tarihli (309) sayfalık raporun –yetki ve görev gaspına rağmen- Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca yürütülen 2014/84 sayılı disiplin soruşturmasına konu edilmesidir. Disiplin soruşturması ile ilgili görevlendirme emrine bakıldığında, bu disiplin soruşturmasının görevlendirilme alanının, (309) sayfalık raporun ekte savcılık makamına gönderildiğini belirten 18.12.2013 tarihli üst yazıda tarafımca ifade edilen “… 18.02.2014 tarihi itibariyle adli kolluk görevim sona erdiği, görev yapmış olduğum dönemde 2012/120653 sayılı soruşturma kapsamında yapılan çalışmalar neticesinde …hakkında düzenlenen raporun her sayfasının paraflanarak yazı ekinde gönderildiği…” ibaresinin geçtiği, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nün soruşturulmasını istediği ve Emniyet Genel Müdürü’nün soruşturulması talimatı verdiği asıl konunun, “18.11.2013 tarihinde görevden alınan bir şube müdürünün aynı tarihte savcılığa bir yazı göndermesinin suç olup olmadığı” hususu olduğu görülmektedir. Buna rağmen disiplin soruşturmasını yürüten Polis Başmüfettişlerinin, aşağıda delilleriyle bahsedileceği üzere Hakan KORKMAZ ile birlikte kötü niyetle hareket edip bahsedilen bu görevlendirme alanı dışına çıktıkları, Adli ve Meclis Soruşturmasının halen devam etmesine rağmen, yetkisini aşarak yapılan adli bir işlemle ilgili inceleme yapıp kendilerini Hakim ve Yüce Divan Üyeleri yerine koyarak hüküm verdikleri görülmüştür.
 
Her bir eylem, somut delilleri ve şüphelileriyle birlikte tek tek ele alınacaktır.
 
KAYNAK: ARZU YILDIZ / GRİHAT

Diğer Haberler
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İstanbul Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0212 970 87 88 | Haber Scripti: CM Bilişim