• BIST 8742.7
  • Altın 2919.691
  • Dolar 34.2521
  • Euro 37.3871
  • İstanbul 20 °C
  • Ankara 18 °C
  • İzmir 22 °C

Kürtlerin âkıbeti...

Adnan İslamoğulları

 

Genelkurmay Başkanlığı, 18 Temmuz 2013 tarihinde “Suriye’nin Rasulayn kasabasının terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD’nin eline geçtiğini” açıkladı. 29 Temmuz’da PYD lideri Salih Müslim, Ahmet Davutoğlu’nun özel davetiyle Türkiye’ye geldi, Dışişlerinin yetkilileri ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile 3 gün süren görüşmeler yaptı.

’PYD’yi terör örgütü PKK’nın Suriye kolu’ olarak tanımlayan Genelkurmay Başkanlığı, o örgütün lideri Müslim’i özel bir dâvetleİstanbul’da ağırlayan ise Dışişleri Bakanı Davutoğlu. Ülkenin en önemli iki kurumunun PKK ve PYD’ye bakış açıları arasında bu kadar ciddi bir fark bulunuyorsa eğer, Türkiye’nin güvenlik algısında da ciddi problemler var demektir.

Her iki halde de Genelkurmayın ’terör ve tehdit algısı’yla Hükümetin ’terör ve tehdit algısı’ arasındaki bu hayatî fark, günden güne Orta Doğu denen cehennemin içine itilen, çekilen ve savrulan Türkiye’nin ateşle oynadığının resmidir. 

Osmanlı sonrasında, cetvelle çizilmiş sınırları ve hanedan kırıklarından oluşan yönetimleriyle kulaklarına İngilizlerin fısıldadığı isimleri konulan, BM’de temsil edilen, bağımsız bir devletmiş gibi protokol muâmelesi gören Orta Doğu’nun pek çok ülkesi gibi Suriye ve Irak da uzun yıllardır oynadıkları bu devletçilik oyununun sonuna gelmiş gibi görünüyor. “Hele bir himmet ile bağımsız olalım, zamanla devlet oluruz” demekle devlet olunamayacağının tarihi Orta Doğu’da yazılıyor. 
Yüzyılın başından bu yana başlarında, Batı’nın sömürdüğü petrolden artan milyar dolarlarla insanlıktan çıkan diktatörler ile yaşayan Orta Doğu devletleri ve halkları Batı’nın garsoniyerlerinde doğan devletler olmaktan çıkıp, rüşd ispatlama savaşına yüzyıl gecikmeyle niyetleniyorlar. 

Özellikle Mısır’da olanlar, geniş halk kitlelerinin ve uzun yılların mücâdelesine sahip Müslüman Kardeşler gibi ekollerin, misyonerlikten sonra artık devleti yönetme talepleri meseleyi dikta rejimi ve ona muhalefet eden marjinal bir grup olmaktan çıkarıp ülkeyi tam ortadan ikiye bölen bir siyâsî kavgaya dönüşüyor, kanlı bir kavgaya. 

Adeviyye Meydanı’nda özgürlük ve siyâsî irâdeye saygı isteyen ve Tahrir Meydanı’nda toplanıp dikta rejiminin yani statükonun devâmından yana olan büyük kalabalıklar aynı milletin insanları olarak kanlı bir iç savaşın arifesinde birbirlerine karşı kılıçlarını biliyorlar. O kılıçlardan ne kadar çok kardeş kanı akacağının hesâbını ise her zamanki gibi Amerika, Batı ve Finans Kapital yapıyor. Meydanlara düşen hisse ise yine her zamanki gibi trajik ölümler... 

Irak ve Suriye ise aslanlardan artan bir et parçasını arsızca çekiştiren çakalların, sırtlanların savaş meydanı. Topraklarının altındaki petrolün şımarttığı bölgede Osmanlı yıkılmaya devam ediyor, ’80’li yıllarda “Osmanlı bizi yüzyıllarca sömürdü” diyen Zeki Yamânî’nin ve bölgedeki hânedan artıklarının kendi ülkelerine ve milletlerine ihânetleri de devam ediyor. Petrolden evvel sâhip oldukları üç-beş tane devenin hesabını Osmanlı’ya soranlar da bedel ödemeye devam ediyorlar.

Orta Doğu’daki ateşe odun atan ve Körfez Savaşı’ndan bu yana bölgede oluşan dengelerin içinden yağ çıkarmaya çalışan bir grup da Kürtler. 

PKK’nın Irak ve Suriye’deki kolları, son dönemde bölgede oluşan parçalı dengeler arasında kendilerine yer bulma gayretindeler, uluslararası güç dengelerinin ve odaklarının kucağında büyütülen PKK, Orta Doğu’daki uzantıları, yüzyılın başındaki devletçikler gibi kendilerine ait olacağını sandıkları bir devletin hayaliyle taşkın heyecanlarını yaşıyorlar.

Devlet olmayı kâğıt üzerinde yazılıp çizilen bir anlaşma metni sananların yeni bir yanılgısını da şimdi tekrar Kürtler yaşıyorlar. Devlet olmanın yalnızca siyâset değil daha çok bir medeniyet meselesi olduğunu anladıklarında başlarına gelecek olan Ermenilerden farklı olmayacak ve bu ülkeye pasaportla girmek zorunda kalacaklar. Türklerden olumlu ya da olumsuz zerre-i miskal bir ayrı muamele görmeden yaşadıkları bu topraklara bakıp iç geçirecekler.

Şu ânda cesâret devşirdikleri iki unsur, Orta Doğu’daki güç sâhiplerinin denklemleri arasında kendilerine biçilen bir muvakkat değer ve AKP hükümetinin terör konusunda ve dış politikasındaki sefilliktir. Bölgede Osmanlı misyonuna sâhip olmak, Türk’ü tasfiye etmek demek değildir. Türk’ün tasfiye edilebildiği Orta Doğu coğrafyası ne Araplara, ne Kürtlere ne de diğerlerine vatan olur.

 

www.istanbulhaber.com.tr

Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İstanbul Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0212 970 87 88 | Haber Scripti: CM Bilişim