• BIST 8723.86
  • Altın 2919.691
  • Dolar 34.2521
  • Euro 37.3871
  • İstanbul 20 °C
  • Ankara 18 °C
  • İzmir 22 °C

Bir paket kestane şekeri

Adnan İslamoğulları

Onu yazmak istiyordum ne zamandır, İsmail Şimşek’i.

Yazılı bir belge hâlinde kalsın istiyordum, tarihe düştüğüm mütevâzı bir not olarak yaşasın istiyordum, dünya ile birlikte... Belki birileri çıkar da çok zamanlar sonra, bize dair bir iz ararlar ise, bir iz de onu bulsunlar istiyordum. 

Ölümünün ardından 28 yıl geçti.

İsmail Şimşek Ankara Eğitim Fakültesi öğrencisi idi.

MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Dâvâsı’nda sanıktı. Yozgat-Yerköy Buruncuk köyündendi.. Ankara Ülkü Ocakları yönetim kurulu üyesi idi. 12 Eylül darbesinde o da yakalanıp, Mamak Cezâevi’ne giden işkenceli günlerden geçerek, yıllarca cezâevinde kaldı. Orada hastalandı; hastalığı sirozdu. Çok iyi bakılması gerekiyordu ve hastâne ortamında yoğun tedâviye ihtiyacı vardı. Hastâneye sevk edildiğinde iş işten çoktan geçmişti. Tedâvi ile iyileşme ihtimâli iyice zayıflamıştı... Ankara/Mevkî  Hastânesi’nde tutuklu koğuşunda yattı bir süre... Ortopedi bölümündeki Tabip Selim Kaptanoğlu’nun yardımı ile görüşüyorduk. Sağlık durumu hakkında kendisi de ümitsizdi, ölümden söz etmeğe başlamıştı. Ve ara sıra hastâneden çıkıp, Ankara/ Bağlar caddesinde, teras katındaki evimize kaçar gelirdi. Bir kaç saat geçirdikten sonra beraber dönerdik hastâneye. 

Yine o günlerden birinde teras katındaki evimizin zili çaldı, sabah 10.00 sularıydı. Açtım, İsmail karşımda duruyordu; bitkinliğin alenen okunduğu yüzündeki sarılık gözlerinin yuvalarını tamamen kaplamıştı; “Yorgunum. Bana şekerli su hazırla hemen”  diyebildi yalnızca... Yatağıma uzandı. Ben ise  “hemen hazırlıyorum” diyerek uçar gibi karşımızdaki bakkala koştum, cebimde şeker alacak param yoktu maalesef, bakkaldan borç isteyerek şekeri aldım ve şekerli suyunu hazırlayıp bir-iki bardak içirdim. Biraz kendine geldi. “Seninle mühim bir şey konuşacağım” dedi, sesi ağlamaklı, olabildiğince duygulu ama bir o kadar da kararlı... “Daha sonra konuşuruz” dedi isem de dinlemedi... “Bu söyleyeceklerim sana vasiyetimdir” dedi, yutkundu, hakikaten zor konuşuyordu. Hıçkırıkların boğazımda yumruk olduğunu o kadar iyi hatırlıyorum ki, bu satırları yazdığım şu ânda aynı hıçkırıklar sanki bir yerlerde saklı duruyormuşcasına çıktı geldiler yine boğazıma.

“Bak kardeşim, benim zamanım çok sınırlı, bu dünyada fazla vaktim kalmadı. Memlekette benim hisseme düşen bir tarla var, abimle konuşacağım ve tarlayı sattırıp parasını isteyeceğim. Bu parayı cezâevindeki arkadaşlara göndereceksin, ben ölünce abimle konuşursun.” 

Sustu. Gözyaşlarıma nasıl engel oldum bilmiyordum; “Tamam, sen merak etme” dedim ve bir bardak daha şekerli su verdim. Dışarıdaki mağdur arkadaşların durumlarını soruyordu. İyilikte ve kötülükte aynı duygulara boyun eğen arkadaşlarını-dostlarını soruyordu.

Çocukluğumuzun romancısı Panait İstırati’nin dediği gibi; ‘Dostuna üzüntü vermektense saatte bin kere aldanmayı yeğleyenlerden”di İsmail Şimşek... Günün birinde dünyanın sâyesinde ancak kurtulabileceği bir sevginin şâhikasını sunuyordu bana o ân, sonsuzluklar sonsuzluğunda kut’lanan bir sevgiyi sunuyordu; lezzeti kulaklarımda ve gönlümün derûnunda hâlâ tâzeliğini muhafaza etmekte olan kutsal bir emânet gibi, sevgisini sunuyordu... Doya doya içtiğimi hatırlıyorum o sevgiyi.
Bir ara güldü ve “Haa! Sahi unutmadan bana gene kestane şekeri getirtir misin?” dedi ve hemen vazgeçti, “Neyse yâ hû! Pahalıdır o, boş ver!”.
“Getirtirim” dedim, “getirtirim, sen merak etme”.
Hastâneye döndük; taksi parasını Libya Caddesi, 23 Numaralı dükkânın sahibi berber Erol Abi’mizden den borç almıştım; geri ödeyemediğimiz ve bunu kendisinin de bildiği borçlardan.
Ben  tekrar şehre döndüm, aklımda bir daha görebileceğimden endişeli olduğum İsmail Şimşek.
Telefon ettim yeğenim Faruk’a, “Bana hemen bir paket kestane şekeri gönder, acele ama, hemen” dedim. Ertesi gün Tandoğan’daki eski terminale gidip alacaktım.

Sabah Suat Başaran geldi eve. Yüzü her zamanki gibi asıktı. Alışkın olduğum için bir mânâ vermeğe bile çalışmadım. Ama bu sefer kendisi açıkladı durumu; “İsmail ölmüş” dedi kısaca ve sessizce, hepsi iki kelime; “İsmail ölmüş”. Bu durumlarda aslında ilk tepki, ölenin kim olduğuna dair sorudur; ve ben aslında “Hangi İsmail?” demeliydim şaşkın şaşkın.. fakat, demedim, diyemedim;  galiba aklımda ve hayatımdaki ölüme en yakın insandı, ölüme en yakın İsmail’di; İsmail Şimşek.

Kestane şekerini almağa gidemedim terminale. O günden sonra çok uzun zaman kestane şekeri yiyemedim.. Fakat artık yiyorum; her seferinde İsmail Şimşek’e sımsıcak Fatihalar göndererek. Sizler de kestane şekeri yiyorsanız eğer zaman zaman, İsmail Şimşek’e Fatihalar göndermeyi ihmâl etmeyiniz.

Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İstanbul Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0212 970 87 88 | Haber Scripti: CM Bilişim