• BIST 9104.98
  • Altın 2325.019
  • Dolar 32.3529
  • Euro 34.9558
  • İstanbul 20 °C
  • Ankara 20 °C
  • İzmir 25 °C

Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir

Servet Avcı

 

Ne demişti İbn-i Sina: "Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir..."  Yalvarır gibi yazdık, uyarmaya çalıştık... Erken seçim taktiği MHP seçmeni üzerine kurulmuştu... Bu çok açıktı ama görmek için ya 'açık göz' gerekiyordu ya 'iyi niyet'... 28 Ağustos tarihli şu satırlarımızın henüz mürekkebi kurumadı: "AKP'nin tekrar tek başına iktidarı yakalama formülü olarak göz diktiği alan MHP coğrafyası... Erdoğan'ı seçim seçeneğini cesaretle uygulamaya iten de, MHP'nin yüzde 16.3'ünden birkaç puan eksilterek tek başına iktidar açığını kapatmaya yarayacak olan bu ihtimal..."

Herkesin bildiği bu gerçeği yazdık da ne oldu? Ya görmek istemediler ya da görmemeleri gerekiyordu!.. Ülkeyi yeniden seçime götürmek isteyen bir irade vardı ve herkes âdeta ona çalıştı...

Oysa daha 2 Temmuz'da şu notu düşmüştük: "Erken seçimin pozisyonunu değiştirebileceği tek parti AKP... Diğer partiler en fazla bir miktar oy kazanırlar veya kaybederler, pozisyonları ise asla değişmez... Açıkçası AKP, denemekten bir zarar görmeyeceği ama yeniden tek başına iktidar çıkarma ihtimali olan bir tercihe neden yönelmesin?"

Bu süreçte MHP iktidar gücüyle 'hayırcı' imaja hapsedildi... İyi niyet ve ısrarla tehlikeye bu dikkat çektik... Üzerine giydirilmiş 'iktidar istemeyen ve bütün kapıları kapatan parti' imajı dolayısıyla oy kaybına uğrayabileceğini, çünkü bu propagandanın etkisini kırabilecek üslup gücüne ve etkileme kapasitesine sahip görünmediğini yazdık durduk...

Yazdık da ne oldu? Yine bildiklerini okudular, umurlarında olmadı ülke ve parti... Bu tehlikeyi bertaraf etmeye yarayacak tedbirler geliştirme yerine, partiyi kendi içinde tartışmalara itecek aday listesi yapıldı... Böylece parti yine kendi derdine düştü/düşürüldü... Oy deposu bölgelerde oy kaybına yol açan listelere ve'ahbap-çavuş-itaat' eksenli isimlerden oluşan liste başlarına inatla dokunulmadı... Meral Akşener'in liste dışı bırakılması, Sinan Oğan'ın ihraç edilmesi gibi tartışmalı konular atak yapması gereken partiyi 'savunma pozisyonu'na mahkûm etti... Saatler seçime doğru âdeta hezimete kuruldu...

 MHP açısından tehlike bağıra bağıra geliyordu... AKP, Türkiye'nin içine düştüğü bu kanlı dönemde 'en büyük pay sahibi' değilmiş gibi propaganda yapacaktı... Buna karşılık tereddütlü seçmende "Hatası varsa anladı, terörü bitirebilecek en kararlı taraf yine Erdoğan ve AKP" algısının yerleşmesine çalışılacaktı...'Koalisyon eşittir kaos, gerilim ve istikrarsızlık' propagandası eşliğinde bu süreç, halkın burnunun sürtülmesi sürecine dönüştürülecekti...

Yine uyarmaya çalıştık 28 Ağustos yazımızda: "MHP 'zaten iktidar olma amacı taşımayan, bu konuda kendilerine teklif götürüldüğü hâlde koalisyona girmeyen, inisiyatif almaktan kaçan' imaja sıkıştırıldı... Bu anlamda MHP açısından sandığa yansıma ihtimali olan tehlike sezdiğimizi söylemeliyiz...

Parti bu tehlikeye karşı çok acil tedbir geliştirmek durumunda... Propaganda gücündeki 'haksız rekabet' ve zaten mevcut 'diller'in yetersizliği sonucunda, ülkenin kendisine en fazla ihtiyacı olduğu bir dönemde MHP yara alabilir... Bu yara sadece MHP'nin değil, Türkiye'nin yarası olur..."

Yazdık da ne oldu? 'Parti içi iktidarı elde tutma'nın 'ülke iç iktidara gelmek'ten daha önemli olduğuna inanan anlayışın pek de umurunda olmadı!..

***

Bugün MHP adına bir dramla karşı karşıyayız... 1 Kasım akşamına kadar, niye hiç Başbakan veya ana muhalefet partisi lideri çıkaramadığını tahlil etmeye çalıştığımız MHP, artık Meclis'in çıkış kapısına en yakın partisi oldu!..

12 yıla 12 yenilgi sığdırıldı... İki milyondan fazla oy kaybedildi, üstelik topu topu beş ayda!.. Bir parti ülkenin şartları dolayısıyla en fazla oy artırması gereken bir dönemde, ne yaptı etti seçimin 'en ağır yenileni' olmayı başardı!..

Mensuplarının başını öne düşüren bu durum Türk milliyetçiliği açısından 'taşınabilir' veya 'tahammül edilebilir' olmaktan çıkmıştır artık... Zaman zaman yazılarımda 'kendi derdine hapsedilen milliyetçilik'diye nitelemeye çalıştığım hareket bu kısır döngüyü çatlatamazsa, endişem o ki, tefessüh ve kendisini imha aşamasına sürüklenecektir...

O sorumu tekrarlayayım: Yenilmek mi daha kötüdür, yoksa yenilgiyi doğru tahlil edememek mi? İkincisi elbette... Birincisinin etkisi 'geçici'dir, ikincisinin ise 'kalıcı'... Bugüne kadar olduğu gibi!..

Türk milliyetçiliği açısından çok ağır bir travma bu... Ya yol bulunmalı, ya yol açılmalı...

Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İstanbul Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0212 970 87 88 | Haber Scripti: CM Bilişim