• BIST 9079.97
  • Altın 2325.509
  • Dolar 32.3459
  • Euro 34.8864
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 12 °C
  • İzmir 15 °C

Özhaseki: Üniversitede ders notu aldığım kıza aşık oldum,

Özhaseki: Üniversitede ders notu aldığım kıza aşık oldum,
Özhaseki: Üniversitede ders notu aldığım kıza aşık oldum, son dönemlerde Kızılderili müziği dinliyorum..

AK Parti tarafından Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday gösterilen Mehmet Özhaseki, tanınma oranının yüzde 35'lerden yüzde 90'lara çıktığını söyledi. Üniversitede ders notu aldığı kadına aşık olduğunu ve daha sonra evlendiklerini belirten Özhaseki, son dönemlerde Kızılderili müziği dinlediğini de kaydetti.

AK Parti tarafından Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday gösterilen Mehmet Özhaseki, Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtladı.

Özhaseki, "Son günlerde 'AK Parti Ankara'da kaybedebilir' sözünü sık işitir olduk. Bütün bu söylemler moralinizi bozuyor mu?" sorusu üzerine "Hayır, neden moralimi bozsun. Nihayetinde beş kez belediye başkanlığına, üç kez milletvekilliğine aday olmuş birisiyim. Seçim öncesinde hangi algı operasyonlarının çekildiğini az çok biliyorum. Ben kendi anketlerime bakıyorum" ifadesini kullandı.

Par'ın sohbetin devamında yönelttiği sorular ve Özhaseki'nin bunlara verdiği yanıtlar

- Kendi anketleriniz nasıl?

İlk çıktığımız günlerde tanınmışlık oranım yüzde 35'ler seviyesindeydi. Ama gerek billboard'lar, gerek televizyon programları sayesinde tanınmışlığı yüzde 90'lara kadar çıkardık. En çok televizyon programı yapan benim. Şükürler olsun ki hiçbirinden de kötü bir geri dönüş almadım. İnsanlar artık beni tanıdı. Başladığımızda kararsızlar yüzde 35'ler gibi çok yüksek bir orandaydı. Şimdi geldiğimiz noktada bu oran yüzde 6'lar civarına düştü. Herkes kararını vermiş vaziyette.

- Lehinize mi yoksa aleyhinize mi karar verdiler?

Bu hafta içerisinde ikisi benim dışımda, üçü kontrolümüzde yapılan toplamda beş anketin sonuçları elime ulaştı; beşinde de ilerideyiz. Ben aday olarak çıktıktan sonra ne uyduralım diye düşündüler ve durmadan, "Biz ilerideyiz, karşı tarafın adayı tutmadı" gibi operasyonlar yaptılar. Hatta "AK Parti yakında Özhaseki'yi adaylıktan çekecek" gibi başlıklar attılar. CHP yönetimi son birkaç sene içerisinde eksen kaymasına uğradı. Eskiden Deniz Baykal'ın kendine has bir tavrı vardı. Türkiye'yi tarif ederken belirli değerler üzerinden tarif ederdi ve yiğitçe mücadelesini yapardı. Ben hiç oy vermedim ama hakikaten dürüstlükle Cumhuriyet'in temel değerleri üzerine mücadelesini sürdürürdü. Oysa yeni yönetimin herhangi değer anlayışı bir kaldığını zannetmiyorum. Bunlar algı operasyonlarıyla işi götürmeye çalışıyor.

Son birkaç seçimdir, "Biz çok öndeyiz, bu işi bitirdik" numarası yapıyorlar. Seçim akşamı sandıklar açılıp gerçekler ortaya çıkınca da "Sandıklara sahip çıkamadık. Bir sistem kurmuştuk, o da çöktü" veya "Oylarımızı çaldırdık" diye ağlak ağlak gezmeye başlıyorlar. Ondan sonra işi biraz daha ilerletip "Yüksek Seçim Kurulu var ya…" diyorlar. İyi de İzmir, Karşıyaka'da seçimi kazanınca Yüksek Seçim Kurulu'nun elinden mazbatayı alıp, teşekkürler ederek gidiyorsunuz da neden Ankara'ya gelince yalan söylemeye devam ediyorsunuz? Bu, CHP yönetiminin son birkaç yıllık taktiği, artık o da komik hale gelmeye başladı.

- "AK Parti yakında Özhaseki'yi adaylıktan çekecek" söyleminden bahsettiniz. Samimiyetle açıkça sorayım; AK Parti içerisinde de, "Keşke Mehmet Özhaseki'yi aday göstermeseydik" sesleri yükseldi mi?

Sayın Cumhurbaşkanımız çok az konuda oylama yapar. Mesela, Meclis başkanlığı için "Kimi istiyorsunuz?" diye oylama yapmıştır. Bir oylama da MKYK'da " Ankara ve İstanbul'a kim büyükşehir belediye başkan adayı olmalı?" şeklinde yapıldı. Orada Ankara için Mehmet Özhaseki, İstanbul için de Binalı Yıldırım isimleri oy birliğiyle çıktı. Cumhurbaşkanımız da buna uyarak bize tebliğ etti ve herkesin el üstünde tuttuğu bir aday olarak başladık. Partinin en üst grubu hiç tartışmasız bizim ismimizi söylemişlerse, AK Parti niye tartışsın ki? Bir de ben 21 yıl büyükşehir belediye başkanlığı yaptım. AK Parti'de belediyecilik denilince üç tane isim söylenirse birisi benim. Bunu herkes biliyor. "Ankara'yı da Mehmet Özhaseki dışında toparlayacak, bizim belediyecilik damgamızı vuracak başka kimse yok" diye herkes teşekkürler ederek bizi sahaya sürdü.

'SÖYLENEN YALANLAR, YAPILAN İFTİRALAR İÇİNİZDE İZ BIRAKIYOR'

- 31 Mart akşamı kazanırsanız, size "Kazanamayacak" diyenlere dönüp bir sitem konuşması yapacak mısınız?

Hayır, yapmayacağım. Çünkü buna alıştım. Benim her seferinde stratejim, doğruluk ve dürüstlük üzerine seçim kampanyamı yürütmek, kim ne derse tahriklere kapılmadan işime bakmak. Seçim akşamında da tek sözüm "Geçmişte ne olduysa unuttum, önüme bakacağım. Seçim bitti, geçim başlıyor" olacaktır. Ancak, insanız; söylenen yalanlar, yapılan iftiralar içinizde iz bırakıyor. Bunu da yıllar içerisinde zaten kötü bir hatıra kalmasın diye silmeye çalışıyorsunuz. Geçmişte yaşanmış o kadar kötü olaylar, sizi yoran, üzen, uykusuz bırakan öyle anlar var ki onları her an hatırlarsanız kocaman yüklü bir kamyonla her gün yürümek zorunda kalırsınız.

'BÖYLE OLMASINI İSTEMEZDİM, BU, BİZİM İÇİN BİR TAKTİK DEĞİL, DOĞRULARI SÖYLEME GÜDÜSÜDÜR'

- Mansur Yavaş ile ilgili çek senet iddiası çok tartışıldı. Kendisi çıkıp iddialara yanıt verdi, siz sorular sordunuz. Bu röportajda yeniden detayına girmeyelim ama şunu sormak isterim. "Ankara'da seçimler biraz zora girince, AK Parti, Mansur Yavaş'ın birkaç yıl önceki davasını gündeme getirerek bunu bir siyasi malzemeye çevirmeye çalıştı" deniyor. Bu yoruma ne dersiniz? Ankara'da durum kritik olmasaydı, AK Parti bunu yine gündeme getirecek miydi?

2009, 2014 seçimlerinde çıkmamış, niye 2019 seçimlerinde çıkıyor" diyorlar. Davanın kesinleşen hüküm tarihi 2017. Yani 2009 ve 2014'te çıkma ihtimali sıfır. Bunu ulusal gazeteler de yazdı, elbette ki konuşulacak. Şimdi siz Ankara Büyükşehir'e, İstanbul Büyükşehir'e adaysanız, çocukluğunuzdan başlayıp bugüne kadar getirirler, hayatınızı didik didik ederler. Kendinize güvenmiyorsanız ortaya çıkmayın. 25 yıl boyunca belediye başkanlığı, bakanlık yaptım; herhalde hayatımın karanlık kalan hiçbir safhası yoktur. Bir tarihte, rahmetli babam zaten sülalemizin ismi olan soyadını almak için mahkemeye müracaat ettiğinde bunu ne kadar gündem ettiler? En masum bir soyadı değişikliğini bile günlerce konuşan basına veya rakip adaylara bir cümle etmedim. Sonra, bu çek senet olayını çıkaran ve söyleyen ben değilim. Bu olaya girmekten de üzüntü duyuyorum. Bir hafta önce dahil oldum, kimse ağzımdan bir cümle duymamıştır. Ancak, tüm Türkiye'nin takip ettiği ulusal basında çıkan, parti sözcülerinin, MHP Genel Başkanı'nın konuştuğu bir ortamda buna cevap vermesi gereken Mansur Yavaş'tır. Basın toplantısı düzenledi; çıkıp bir bildiri okudu, sonra da kimsenin sorusuna cevap vermeden gitti.

Arkadaş, "Bu adam tacizci, pornocu, sahtekâr, bunu niye savunuyorsun?" diyor. Biz niye savunalım, bizimle ne alakası var? Adamı televizyonda bile bir kere gördüm. Kendisinin 10 yıldır tanıştığı bir adam bu. Adamın kendi ifadelerinde, "her gün bürosunda oturduğu, Mansur'a iş getirdiği, beraber iş takip ettikleri, Yüksek Yargı üyeleriyle aynı masada yemek yedikleri, atış poligonuna gidecek kadar samimi oldukları" yazıyor. Bu senin adamın, şimdi mi kötü olduğunu anladın? Suçladığın adamı neden bizim üzerimize yamıyorsun? Benim bir kere telefonla konuştuğumu, görüştüğümü söylesinler, adaylığı bırakırım. Biz tanışmıyoruz.

- Baştaki stratejiniz çok daha sakindi. Şimdi bu noktaya gelmiş olmasından memnun musunuz? Yoksa böyle bir agresifliğe mecbur mu hissettiniz?

Tüm samimiyetimle söylüyorum, böyle bir şekilde bitmesini asla istemezdim. Çünkü ben belediyeciyim, AK Parti Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı'yım. Ankara için de dersime çok iyi çalıştım, projeler yaptım. Üç aylık kampanyanın son bir haftasına kadar da asla karşı tarafla ilgili bir şey söylemedim. Söylediğim tek şey, "Dersine çalışmamış, belediyeciliği bilmiyor, bir projesi bile yok. Benim gibi kitap yazdırıp da ortaya çıkmadı" oldu. Şahsıyla ilgili kimse benden bir cümle duymamıştır. Ancak bir hafta önce oturup da kendi pis işlerinden dolayı beni suçlayınca mecburen girdim. Böyle olmasını da istemezdim. Bu, bizim için bir taktik değil, mecburiyetten kaynaklanan bir savunmadır, doğruları söyleme güdüsüdür. Ankara halkına doğruları söylemekle görevliyim. Üstelik eğer dediğim alanda devam etseydi, ne kadar fark attığımı herkes görürdü.

- Peki o halde belediyecilik konuşalım. Neden "Mansur Yavaş değil de ben daha iyi yönetirim" diyorsunuz?

Yıllarca büyükşehir belediye başkanlığı yaptım. Büyükşehir yasaları yapılırken içinde bilfiil yer aldım. Hem kanun yapımında hem de uygulamasında yer almış birisiyim. Büyükşehirlerin nasıl idare edileceğini biliyorum. Bir şehrin geleceğe nasıl taşınacağı üzerine dersler anlatmış birisiyim. Nihayetinde para yönetimini, personel yönetimini, mekân yönetimini, zaman ve algı yönetimini ve kriz yönetimini birebir uyguladım. Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirler acemilik kaldırmaz, buralarda tecrübe lazım. Büyükşehirlerin, sadece ülke içinde değil, tüm dünya başkentleriyle ve büyükşehirleriyle yarıştığına inanan bir insanım. Günümüzde ülkeler kadar şehirler de yarışıyor. O yarışta kendi değerlerinizi öne çıkarıp eldeki kısıtlı imkânlardan maksimum pay alamıyorsanız şehirleriniz geriye gidiyor. Turizm, ticaret, sanayi, spor ve kültürde şehrinizin değerlerini öne çıkaracaksınız ve o pastadan daha büyük pay alacaksınız. Turizm açısından bakıldığı zaman Ankara'yı dünya başkentleri arasında çok ileride göremiyoruz. O zaman, bu işleri bilecek tecrübeli ve liyakatli insanlara ihtiyaç var diye düşünüyorum. Bunu yapacak tecrübe de bende var.

'PARKLARIMIZ SABAHA KADAR GÜVENLİ OLACAK, KADINLARIMIZ İSTEDİĞİ SAATTE YÜRÜYÜŞ YAPABİLECEK'

Tarihte Kayseri'de bırak yüzde 70 oy almayı, üst üste iki sefer seçilmiş adam yok. Herhalde dürüstçe, fedakârca çalışmamdan dolayı. Bir de, şehri bir yerden aldım, birçok muhalife rağmen, yaptığım her işe gelen müthiş tepkilere rağmen, bir başka yere taşıdım. Başladığım yerdeki şehirde altyapı yoktu, 100 bine yakın gecekondu vardı, belediye borçluydu ve maaş ödeyemiyordu, sol bir belediye anlayışı mevcuttu. Şehri o noktadan aldım, yerine Paris'le yarışacak bir şehir bıraktım; altyapı, üstyapı bitmiş, zaten giden herkes Avrupai bir kent diye bahsediyor. Şehri büyütecek devasa projelere imza attım. Erciyes'teki kayak merkezinde hafta sonlarında 80-100 bin kişi kayak yapıyor. Yerli vagonlar ürettirerek raylı sistemler yaptırdım. Türkiye'nin UEFA standartlarındaki ilk stadyumunu yaptırdım. Kasası da para dolu bir belediye bıraktım. Böyle olunca vatandaş sevmez mi? Ben de yaptıkça, hizmet ettikçe sevdim. Sokağa çıktığımda birçok zaman, 'Başkanım, seninle bir helalleşelim, çünkü arkandan çok konuştum' diyen insanlarla karşılaşıyordum.

Bir de şehrin sadece fiziki yapısını değiştirmiyorsunuz, oradaki sosyal yaşamı da değiştiriyor, renklendiriyorsunuz. 1982 senesinde, evlenip Kayseri'ye gelmiştik. Hanım, bir pazar günü, "Sıkıldım, dışarı çıkalım" dedi. "Burada pazar günü hanımlar dışarı çıkmaz" dedim. "Ben nereye geldim, neden dışarı çıkmıyoruz?" dedi. Aradan 20 sene geçti. Belediye başkanlığımın son yılında, bir Ramazan akşamı eve geldim. Saat 12'ye yakındı. Ortanca kızım spor ayakkabılarını giymiş çıkmaya hazırlanıyor. "Kızım hayırdır?" diye sorunca, "Baba yürüyüşe çıkıyorum" diye cevap verdi. "Gecenin bu saatinde ne yürüyüşü?" dedim. 'Baba geçen gün dinledim, bizim belediye başkanı, ‘Parklarımız güvenli. Sabaha kadar kızlarımız, kadınlarımız yürüyüş yapar. Böyle güvenli bir şehre dönüştük' diyordu. Yanlış mı duydum?' dedi. Sadece 'Tamam kızım, haklısın' diyebildim. Yürüyüşe gitti. Tabii baba yüreği dayanmıyor, balkonun köşesine gidip gözümle takip ettim. (Gülüyor) Ankara'da da böyle olacak.

'ANKARALILARA HER SABAH PARKLARDA JİMNASTİK YAPTIRACAĞIM'

Kayseri'de Beden Eğitimi okuyan 100 kadar sporcuyla anlaştım. Her parka bir kız bir oğlan öğrenci, birer masa getiriyor. Birçok parkta yürüyüş yolu yaptığım için millet sabah 6-7 gibi yürümeye başlıyor. Öğrenciler de 7.15 gibi bir saatte masanın üzerine çıkıyor, rap müzik açıp jimnastik hareketleri yapıyor. Sonra bakıyordum ki kadın erkek, yüzlerce kişi beraber spor yapıyor. Ankara'da da hem yürüyüş yolları yaptıracağım hem de müzik köşeleri oluşturacağım. Müzikle uğraşan çocuklarımız parkların köşesinde keyifle çalsınlar.

"Çarşının içinde belli yerlerde müzik köşeleri oluşturacağım, çocuklara da orada müzik yapmaları için izin vereceğim" dedim. Çocuklar çalmaya başlamışlar, zabıta bunları toplamış. Zabıtaya mani oldum, bu kez de esnaf, "Bu çalgıcıların burada ne işi var? Akşama kadar kafamızı şişiriyorlar" demeye başladı. Bir sene geçmeden, "Bu çocuklar niye gelmiyor?" demeye başladılar. Belediye başkanı o şehri geleceğe taşır.

Ankara'da özellikle Saraçoğlu Mahallesi'ni kültür sanat merkezi yapacağım. Orada onlarca bina var; birinin adı "viyola", diğerinin "keman", bir diğerinin "gitar" olacak. İlgili herkes o binalarda buluşacak.

'ANKAPARK'I CUMARTESİ GÜNÜ 1 BUÇUK MİLYON KİŞİ ZİYARET ETTİ'

- Ankara'daki ortak mitingdeki hava nasıldı?

Daha önceki bazı mitingleri gördüm ama geçmişe doğru bütün mitingleri görmemiştim. İl başkanımız ve genel başkan yardımcımız, "Ankara böyle bir miting görmedi" diyor. 450 binin üzerinde katılım olduğu Emniyet kayıtlarına geçti. Ankara'da daha önce böyle bir miting olmamış. Cumhurbaşkanımız da, Devlet Bey de çok mutlulardı. Karşımızda da çok istekli bir grup vardı. Belki de son günlerde bu beka meselesinden doğan tartışmalar milleti biraz daha ateşlemiş olabilir diye düşünüyorum.

- Ankapark'ın açılışı nasıl gitti? Melih Gökçek ile orada karşılaştınız mı? Son tahlilde Gökçek ile aranız nasıl?

Melih Bey'i "Ankapark'ın açılışına geliyor musun?" diye aradım. Sağ olsun, o da zaten geliyormuş. Orada oturduk, epeyce muhabbet ettik. Açılışta Melih Bey'e de söz verildi. Kürsüye çıktığında, yaptığı hizmeti anlattığı gibi, sonunda da "Hizmet sırası artık Mehmet kardeşimizde, sonuna kadar onu destekliyorum" diye açıkça ilan etti.

- Aranızda bir kırgınlık var mı?

Benimle yok. Ay başına kadar Ankapark'ın tanınması için çalışma yapan firmaya göre, cumartesi günü giriş rakamı 1 milyon 100 bin kişi. Ankara'nın nüfusu 5 buçuk milyon, her 5 kişiden biri gitmiş neredeyse.

'YÜZLERCE OYUNCAĞIN OLDUĞU BİR YERDE HER GÜN MUTLAKA UFAK TEFEK ARIZALAR OLUR'

- Ama bir roller coaster bozulmuş, "Güvenli değil" diyorlar.

Doğru değil. Orada sigortayla ilgili çok basit bir arıza olmuş, onu da hemen gidermişler. Yüzlerce oyuncağın olduğu bir yerde her gün mutlaka ufak tefek arızalar olur. Oradaki oyuncakları ben de güvenli diye biliyorum.

Bir şehirde mutlaka kültür sanat ve spor faaliyetlerinin olması lazım. Ayrıca meşru eğlence tesislerinin de olması lazım. İnsanlar bunu gördüğünde oraya doğru koşuyor, çünkü sadece evleriyle işleri arasında gidip gelen, bunun dışında hiçbir şey düşünmeyen varlıklar değiller. "Su akıyor, otobüs de çalışıyor, yeşil alan da var, daha ne istiyorsunuz kardeşim?" diye düşünürsek şehirleri kocaman bir huzurevine döndürürüz.

 

Şehirler huzurevi gibi olmaz, insanın daha değişik ihtiyaçları da var. Bir insan müzik dinlemek, resimle uğraşmak, spor yapmak ister. Böyle gençlerin, çocukların gittiği aktivite yerleri de dünyanın büyük kentlerinde var. Dünyada en az 10 yerde gördüm. "Bu nereden çıktı? Neden buraya para harcandı?" gibi sözler hakikaten büyükşehirler için garip olur. Bugünkü 1 milyon 100 bin sayısı da Ankara halkının böyle şeylere ne kadar ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Yoksa herkese alışveriş merkezlerinde tur atmaktan ibaret bir hayat kalacak.

- Mehmet Özhaseki "Ankaralılar başlangıçta benim için "Tanımıyoruz" diyordu, şimdi tanınma oranım yüzde 90'a vardı" diyor. Peki Mehmet Özhaseki kimdir? Nasıl bir hayatı var? Siyaset dışında nelerle ilgileniyor? Sorularıma ilginç yanıtlar verdi:

'MEMUR ÇOCUKLARINA İMRENİRDİM'

1957'de, Anadolu'nun tam ortasında Kayseri'de doğdum. Babam, dedem esnaftı. Söylediklerine göre onların babaları da esnafmış. Ailemizde, akrabalar arasında maaşlı memur kimse yoktu. O memur çocuklarına çok imrenirdim, çünkü okuldan gelince babamızın dükkânına gitmek zorunda kalırdık. Arkadaşlarım top oynar, ben oynayamam. İlkokuldayken, "Ne olur benim babam da memur olsaydı" diye anneme ağladığımı hatırlıyorum. İlkokuldan başlayarak babamızın dükkânında geçen bir hayat… Manifaturacı dükkânımız vardı.

Üç erkek kardeşiz. Ben ortancayım. Aile şirketimizde ortaklığımız var. Ağabeyim Ali benden iki yaş büyük, kardeşim Mustafa da beş yaş küçük. Mustafa ile ikimiz ortağız. Babamızdan kalan tekstil, manifatura, ev tekstili, yurt içi ticaret, ihracat işlerimiz devam ediyor. Devletle hiçbir işimiz yok. Müteahhitlik, belediye işlerimiz yok. Zaten babadan da vasiyetliyiz, benim dışımda ne kimse siyaset yapar ne de devletin kapısından içeriye girer."

'ÜLKÜCÜ GENÇLİK HAREKETİNE KATILDIĞIM İÇİN HACETTEPE'DEN ATILDIM'

Üniversiteyi bitiriyordum, ikinci üniversiteden dört dersim var. Hacettepe Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümüne girdim, oradan atıldım. Ülkücü grubu içerisinde yer aldım, saklamıyorum. Ocak başkanlıklarımız var. O dönemde bunu isteyerek, severek yaptık. Ülkeyi büyük bir badireden kurtardığımıza inandık ve hâlâ da buna inanıyorum, çünkü Rusya istediklerini bizim üzerimizde gerçekleştiremedi. Bugün Türkiye bağımsız bir şekilde devam ediyorsa, herhangi bir şekilde işgale uğramadıysa bizim çabalarımız neticesindedir diye düşünüyorum, çünkü 1960'lı yıllarda devleti hedeflemiş olan sol, ortaya çıkmamızla birlikte hedefini şaşırdı. Yoksa Rusya, nereden gireceğini dahi hesaplamış, Türkiye'nin üzerine çökmek için bekliyordu. O mücadele içerisinde yerimizi aldık, okullardan atıldık. Vatan için her türlü hakkım helal olsun.

'BERABER OKULU BİTİRDİK, BİR SENE SONRA İLK ÇOCUĞUMUZ OLDU'

Ardından devam mecburiyeti olmayan bir üniversiteye gideyim diye düşündüm. Tabii bir de "bizimkiler"in elinde olması gerekiyordu, yoksa okutmazlar. İstanbul Hukuk'u yazdım, girdiğim sene orası da karıştı, solun eline geçti. Bu arada ders notu aldığım Neşe adında bir kız vardı, aşık oldum. Nişanlandık ve evlendik. Zaten ara ara eşime "Hacettepe'den atılmam bende travma oluşturdu ama neyse hayırlı bir işe vesile olmuş, seni nasıl bulacaktım" diyorum.

Beraber okulu bitirdik, bir sene sonra ilk çocuğumuz oldu. Ben kaymakamlığa girecektim, o da hâkimlik yapmak istiyordu. Fakat aile esnaf olunca, "Oğlum deli misin, ne işin var? Şurada dükkân var, gel otur bakalım" dediler. Biz de "Haklısınız" dedik. Babamızın dükkânının başına geçince eşim de çalışmadı.

Daha sonra ben belediye başkanlığına başladım. Eşim stajını yaptığı için avukatlık yapmayı çok istiyordu. Bu konuda da uzunca bir tereddüt geçirdik. "Avukatlık yaparsan dava sayın, bırak yüzleri, binleri bulur; belediye ile ihtilaflı herkes seni bulur, acayip iş yapan bir avukat haline gelirsin ama bu haksız bir kazanç olur ve dedikodudan duramayız" dedim. "Ben mesleğimi yapamayacak mıyım?" diye sorunca, "Ya ben belediye başkanlığını bırakacağım ya da sen avukatlığı bırakacaksın" dedim. Hâlâ zaman zaman sitem ediyor. Hatta çocuklarla aramızda gırgır konusu bile oluyor. İkide bir "Baba senin yüzünden" diye başlarlar. İkimiz de avukatlık yapamadık.

'REFAH PARTİSİ'NDEN TEKLİF GELİNCE BABAM 'OĞLUM ÜLKÜCÜ, İŞİMİZ GÜCÜMÜZ VAR' DEDİ'

Okul bittikten sonra 12-13 yıl kadar baba mesleğimizi yaptık. 1994'te Sayın Abdullah Gül ve ekibi Refah Partisi adına gelip, "Mehmet Bey'i başkan yapalım" dediklerinde, rahmetli babam "Oğlum, bizim işimiz var gücümüz var, bize ilişmeyin. Zaten bu oğlan da ülkücü" diye cevap verdi. Ama benim çizgim belli olduğu için onlar da beni çok seviyordu. "Hacı amca, bu siyaset değil, hizmet. Gelip şehre hizmet edecek" dediklerinde, "Baba, bir dönem yapayım" dedim. Bir dönem yaptık ama vatandaş oyumuzu artırınca anketler de coşuyor, hoşumuza gitti. "İkinci dönem kesin bırakayım" derken yüzde 70 oy aldım.

'6 TORUNUM VAR'

Üç kızım, bir oğlum var. En büyük kızım Şükran Elif, oğlum Enes, onun küçüğü Merve, en küçükleri de Zeynep. Hepsi üniversiteyi bitirdi. Büyük kızım eczacı oldu, onun eşi üniversitede doktor. Diğer üç çocuğum da babadan kalma mesleğimizin başında.

Dördü de evli. En son geçtiğimiz yaz en küçük kızım evlendi. Altı torunum var. En büyük kızımın bir kızı bir oğlu var, isimleri Berra ve Mehmet Kayra. Oğlumun üç çocuğu var. Birisi Ecrin Duru, birisi Mehmet, bir de en küçükleri Ömer. Ortanca kızımdan da Osman isimli bir oğlumuz var. Onlar benim stres topum. Sağ olsunlar, her hafta birisi gelip çocuklarla beraber kalıyor, ben de onlarla adeta bütün yorgunluğumu atarak deşarj oluyorum.

'YEMEKTE MAHARETLİYİM, GÜVEÇ, SAC KEBABI VE KAYSERİ KATMERİ'Nİ İYİ YAPARIM'

Yemek yapma noktasında biraz maharetliyim. Aklınıza hangi tür Kayseri yemeği geliyorsa onu yapma konusunda hünerim var. Güveç, sac kebap, Kayseri katmeri… Genelde hanım yapar ama pazar günleri de ben özellikle çocukların istediği yemekleri yaptıkça rahatlıyorum. O yüzden ev işlerinde yemek hususunda hanıma yardımcıyım.

'ERCİYES DAĞI'NIN ETEKLERİNDE İNZİVAYA ÇEKİLİYORDUM'

Erciyes Dağı'nın eteklerinde sessiz yerler vardı. Belediye başkanlığım döneminde oralara çıkıp bir iki saat oturuyordum. Radyoyu açıyordum, dertli türkü bulursam dinliyordum. Sigara içmem ama gerekirse orada bir iki tane de sigara içiyordum. Sonra abdest alıp iki rekât namaz kılıyordum. Dua ediyordum. İki saat sonra kendime geliyordum. Benim rahatlama metodum bu. Kimseyi kırmamak, üzmemek adına kendi kendime bir rehabilite metodu; dağlarda kimsenin olmadığı yerlerde sessizce oturmak, iç âlemine yönelip orada vakit geçirmek. Sonra işimin başına geçip devam ediyordum.

Musikiye merakım var, öğrencilikte ut çalmak için kurslara da yazıldım. Fakat o günkü siyasi ortamda bizim müzik kursu da basıldı, bir daha da devam edemedik. Türk sanat müziğine yatkınlık var. Şu an TRT Müzik karşımda açık, Mustafa Keser dinliyorum. (Gülüyor) Melihat Gülses'in müthiş bir sesi var. Erkeklerden de Alp Arslan'ı dinliyorum. Son dönemlerde de Kızılderili müziği dinliyorum. Sizi tabiata, doğaya götürüyor, bütün insanlardan kötülüklerden uzaklaştırıyor, orada kendi kendinize kalmanızı sağlıyor. Doğa sesleriyle iç içe olabilecek müzik türünün en güzel melodileri oradan çıkıyor. YouTube'a Kızılderili müzikleri diye girin, onu orkestra olarak değişik yerlerde terennüm edenler de var. Ama aslı itibarıyla elbette Kızılderili sanatçıların icra ettikleridir. Genellikle sözsüz bir müzik ve insanı müthiş şekilde dinlendiriyor.

Haftada üç dört gün spor yapmaya çalışıyorum. Bu son on güne kadar haftada mutlaka iki üç gün spor yaptım ama şimdi müthiş tempodan dolayı herhalde bir hafta daha yapamam. Hava iyi olduğunda dışarıda yürüyüş yapıyorum ama genellikle spor salonuna gidiyorum. Orada hocalar eşliğinde çalışıyorum. Bu ikisi beni müthiş rahatlatıyor. Spordan sonra da insanlar gerçekten mutluluk hormonu salgılıyorlar ki rahatlıyorlar.

'BAŞUCUMDA MUTLAKA BİR ROMAN, BİRİ FİKİR KİTABI, BİR DE TASAVVUFİ BİR ESER OLUR'

Başucumda mutlaka üç dört tane kitap olur; biri heyecanlı bir roman, biri fikir kitabı, bir de tasavvufi bir eser. Tasavvufi eser olmadan içim rahat etmez, çünkü onların dünyaya bakışı, dünyayı algılayışı beni etkiliyor. Dine yaklaşımım ve sempatimin artması da onların bakış açılarını benimseyerek oldu. Son okuduğum kitaplardan biri Amin Maalouf'un "Ölümcül Kimlikler"iydi. O kitabı aslında roman diye almıştım. Amin Maalouf'un diğer kitapları da hoşuma gidiyordu. Meğerse bir fikir-deneme kitabıymış. Bu kitabını da sevdim. Değişik kimlikleri olan insanların duygu dünyalarını dehşet derecede irdeleyen bir kitap. Tasavvufi eser olarak da elimde Osman Nuri Topbaş Efendi'nin "Son Nefes" kitabı vardı.

'FETÖ'YE 1 METREKARE ARSA VERDİĞİMİ GÖSTEREN VARSA ADAYLIĞI BIRAKIRIM'

- Geçmişte FETÖ'ye destek verdiğinize dair iddialar ortaya atılıyor, Pensilvanya'ya ziyarete gittiğiniz söyleniyor. Bu iddialara kamuoyunu ikna eden yanıtlar verebildiniz mi?

İki üç ay kadar önce adaylığımız ortaya çıkınca karşı taraf Kayseri'ye adamlar gönderdi. Oradaki muhalif gazetecilere tek tek gidip, "Elinizde bilgi, fotoğraf ne varsa bize verin" dediler. Ardından Mansur Yavaş, gerek TV programlarında gerekse de Polatlı'daki konuşmasında "Amerika'ya 40 kişi gittiniz, bunların 39'u tutuklu. Senin belediyenden 220 kişi atıldı" dedi. Ömrümde birçok yalancı gördüm ama bu kadar net yalan söyleyenini de ilk defa görüyorum. Evet, Amerika'ya kalabalık bir heyet gittik. İçinde Ticaret Odası Başkan Vekili, Sanayi Odası Meclis Başkanı ve birkaç kişinin olduğu ortamda üç dört tane tutuklu veya firari var, hepsi o kadar. Bütün kardeş şehir ilişkilerinde, biz yurtdışında giderken bütün odalara yazarız. Ticaret Odası, Sanayi Odası gibi odalar da gelir, orada ticari ilişkileri geliştirmek isterler. Amerika'da Kuzey Karolina eyaletiyle 2011'de başlayan bir ilişkimiz var. Daha o zaman 17-25'ler falan yok. 2012 yılında Meclis'in aldığı kararla ben ve yardımcım olan arkadaşlar kalabalık bir heyet olarak gittik. Evet, içlerinde üç beş tane de FETÖ'cü vardı. Orada Kuzey Karolina Meclisi'nde konuşma yaptım. Ticaret Bakanı'yla da karşılıklı protokoller imzaladık. Her şey resmiydi. Nasıl oluyor da yaptığımız bu seyahatte 40 kişi gidiyor da 39'u tutuklanıyor. Aleni yalan söylüyorlar.

- O gidişinizde Fethullah Gülen'i ziyaret ettiniz mi?

Bunlar sistemli olarak beni iliştirme çabası içinde olunca ben de dava açmaya başladım. Kim FETÖ damgasını yapıştırmaya çalışıyorsa dava açtım. Mahkeme de, "Suçladığınız adama dair bir tek belge veya medya görüntüsü varsa getirin" dedi. Hiçbiri yok. Niye suçladıklarına dair cevap da yok. Hepsine 1 sene 2'şer ay hapis cezası verildi.

21 yıl belediye başkanlığı yaptım, diz kırıp da oturup onların sohbetlerini dinlemiş değilim. Bu konuda geçmişim, tavrım belli. Ayrıca 21 yıl boyunca bir metrekare arsa vermedim. Geçenlerde CHP'nin Genel Başkan Yardımcısı "50 küsur tane" diye yalan söylemiş, onu da mahkemeye verdim. Belgeleri götürsün. Eğer 1 metrekare arsa verdiğimi gösteren varsa adaylığı bırakırım. FETÖ soruşturmalarında Emniyet'in kayıtlarına geçen bir şey var. İçeri girerken başlarındaki abileri, imamları her girene, "Haseki'nin adını verin" diyor. Kayseri'deki en muhalif gazeteciler bile, "Mansur'un adamları bize geldiler, belge istediler. Herkesi arıyorlar. Yahu utanın, olsa biz yazardık" diye yazdılar.

Böyle bir iftira kampanyasıyla karşı karşıyayız. Düşünün, Ankara seçimlerine gidiliyor, birisi projeleriyle çıkmış, müthiş şekilde de atak halinde ve her yerde de itibar görüyor. Ne diyecekler? Önce, "Ankaralı değil" dediler. Doğru, doğacağım yeri ben belirlemiyorum. 1950'lerden itibaren de Ankara'da Ankara doğumlu hiç kimse belediye başkanlığı yapmamış. Arkasından bu FETÖ işini başlattılar. Rakip Mansur Efendi Kayseri belediyesinde çalışan "220 adam içeri atıldı" dedi. İş başına geldiğim günden itibaren çalışan belediye elemanlarından üst düzey olarak başlayan yüzlerce insan atadım. Bir kişi KHK ile FETÖ'den dolayı işten atılmamış.

- Bu seçimde HDP tabanının oyları ve Kürt seçmen çok konuşuluyor. Ankara'da Kürt seçmen ne yapar, size oy verir mi?

Elbette ki PKK gibi eli kanlı, lanet bir örgütün oylarını istemem. Ancak, Ankara'da yaşayan tüm Kürt kardeşlerimizin oylarına talibim, çünkü onlar masum insanlar, normal vatandaşlar. Güneydoğu'da yaptıklarımı görüyorlar, biliyorlar ve ondan dolayı da bana oy vereceklerini düşünüyorum. Ömrümde ilk defa Sur'a ve Şırnak'ın Cizre, İdlib, Silopi gibi ilçelerine gittim. Nusaybin'e ve Yüksekova'ya da gidip oradaki tüm ilçeleri gezdim. Buralarda teröristlerin yakıp yıktığı yerlerdeki gariban insanların evlerini yaptırdım. On beş günde bir su akan Silopi, Cizre, İdlib gibi yerlerde suları devamlı akar hale getirdim. Yüksekova'nın hiç kanalı yoktu, oraya 400 kilometre civarında kanal yaptırdım. Sur'un içerisinde tahrip olmuş, yıkılmış geleneksel Diyarbakır evleri vardı. Aynı o dokuyu koruyarak, dünya kültür mirasındaki Sur'u açığa çıkaracak şekilde yüzlerce Diyarbakır evini ayağa kaldırdım. Gittiğimde de bu emeklerimden dolayı orada Kürt anneler, amcalar beni bağırlarına basıyor. Oradaki insanların bu duaları da beni diri tutuyordu ve oraya daha sık gitmemi, şevkle çalışmamı sağlıyordu. Bunların hepsi duyuluyor. Oradaki Diyarbakırlılar da, Şırnaklılar da buradaki hemşehrilerine söylüyor. Hatta telefon açıp, "Eğer Haseki'ye oy vermezseniz vebalimiz üstünüzde olsun" diye yeminler veriyorlar. O yüzden, buradaki Kürt kardeşlerimizin hepsinin oyunu alacağımı düşünüyorum.

- DSP Ankara adayı Haydar Yılmaz sizin için "Cambaz, gizli ülkücü, şehirleri betonlaştıran kişi" gibi ifadeler kullandı. Ne dersiniz?

"Şehirleri betonlaştıran kişi" değilim, nereyi kastettiğini bilmiyorum. İstanbul'da da, Ankara'da da betonlaştırma tarafında bir günahım yok. Kayseri'de belediye başkanlığım var, o dönemde de halihazırda 1985'te yapılmış planlar uygulamadaydı, herkes o planı uyguladı. Ancak, Çay Bağları, Erciyes etekleri gibi yeni planladığım yerler vardı. Oralarda bahçe içerisinde, iki katlı planlamalar yaptım. İkincisi, bir emsalden fazla kolay kolay yoğunluk vermedim. Halbuki İstanbul'da 20, 25, hatta 30 emsaller verilmesi gibi gariplikler oluyor. O yüzden, o sözleri üzerime almadım. Ancak, "cambazlık" lafı, hakikaten bir siyasetçi için talihsiz bir söz. Kendimi oldum olası doğru, dürüst siyaset yapmaya adamış bir insanım. Onun nezaketsizliğine veriyorum.

Diğer Haberler
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İstanbul Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0212 970 87 88 | Haber Scripti: CM Bilişim