• BIST 9079.97
  • Altın 2323.945
  • Dolar 32.3564
  • Euro 34.9234
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C
  • İzmir 16 °C

Ortadoğu konusunda Malay dünyasından beklentiler

Ortadoğu'da yaşanan son gelişmelerde gerek Malezya gerekse Endonezya'nın ilk aklına gelen 'aman vatandaşlarımıza bir şey olmasın' düşüncesi...
Ülkelerin büyüklüğü biraz da zor zamanlarda ortaya koydukları icraatlar ile belli olur. Kimileri için Endonezya ve Malezya 'büyük ülke' sınıflamasına girmeyebilir... Ancak bölgesinde, en azından tarihsel olarak kayda değer rol oynamış ve bu rolü Hint Okyanusu'na ve  Ortadoğu'ya kadar uzanan devletler çıkarmış iki ülkeden bahsediyorsak bu hususun dikkate değer bir yönü var kuşkusuz ki. Özellikle de Endonezya'dan bahsederken... İç politik hesaplar bağlamında ya da Batı'nın kaşlarını çatmasına vesile olacak gelişmeler arefesinde demokrasiyle yönetilen en büyük İslam ülkesi onurunu kendi kendine dillendirmekten haz alan bir siyasi elitin varlığına sahip bir ülke. Malezya ise, diğer başka nedenler bir yana, özellikle etnik çoğulculuk gerçekliğinden kaynaklanan nedenlerle, Endonezya kadar açık bir şekilde izhar edecek bir çoğunluk böbürlenmesi göstermese de, ülkedeki kimi çevrelerden 'Biz Malaylar...' diye başlayan abartı içerikli çıkışlara şahit olunmuyor değil.
 
Ortadoğu'da yaşanan son gelişmelerde gerek Malezya gerekse Endonezya'nın ilk aklına gelen 'aman vatandaşlarımıza bir şey olmasın' düşüncesi... Bu yaklaşımın anlaşılabilir bir yanı olduğunu varsayabiliriz. Dolayısıyla bu yaklaşım, iki ülkenin Ortadoğu'daki vatandaşlarının önemli bir bölümünün üniversitelerde, özellikle de İslami bilimlerde öğrenim gören öğrenciler oluşturduğunu düşündüğümüzde, başta ebeveynlere olmak üzere iç kamuoyuna yönelik hassasiyetin bir dışavurumu olarak okunabilir.
İki ülkenin, Ortadoğu'daki gelişmelere dair nasıl bir politika izleneceği hususundaki yaklaşımlarını belirleyen belki de bugünden öte dünle alâkalı büyük ölçüde. İki ülkenin de, 'büyük güçlerin', yani ABD'nin ve ilgili ülkelerin desteğini yanlarında hissetmekten güç devşirileceğini tarihin kendilerine öğrettiğine kuşku yok. Bu, aynı zamanda bir açmaza da işaret ediyor. Açmazın nedeni, her iki ülke siyasi iktidarının dayandığı toplumsal tabanın kayda değer bir bölümünün şu veya bu şekilde Müslüman kitlelerden oluşması. Bu husus, Malezya'da karşılığını, Malay olmakla Müslüman olmanın eş anlamlılığında bulurken; Endonezya'da nüfus çoğunluğunda gündeme gelir. Bununla birlikte, her iki ülkeden Ortadoğu'da yaşananlar karşısında 'mesafeli' duruşu resmi politika olarak belirlediğini izhar eden demeçler bugünlerde gündemde yer alıyor. Çok geç kalınmış da olsa, bugün için dahi 'bir şeyler yapılmasına elverecek girişimler' potansiyel olarak mevcutten, kamuoyu önünde 'öteki ülkede yaşananlara tarafsız kalma' açıklamaları en azından sukȗt-u hayale uğratmıyor değil geniş kitleleri.
 
Daha önce de paylaştığımı hatırlıyorum. Malezya iç politikasındaki uzunca bir süredir devam eden 'kısır çekişmelerin' bir an önce sonlandırılması ülkenin siyasi aklının ve halkın potansiyel duyarlılığının ön plâna çıkmasıyla ülkenin siyasi etkinliğinin, sadece ASEAN içerisinde değil, aynı zamanda adına İslam dünyası denilen bütün içerisinde de kayda değer bir rol/katkı sahibi olması mümkün. Ancak bu imkân üzerinde pek durulmuyor... Oysa bunun örneğini yakın geçmişte Dr. Mahathir Muhammed'in Başbakanlığı döneminde vermiş bir ülke Malezya. Özellikle Bosna Savaşı'ndaki duruşu ve 'icraatı', Amerika'nın Afganistan ve Irak istilâları gibi gelişmelerde sesini cesurca yükselten bir Malezya vardı. Aynı Dr. Mahathir, Başbakanlığı bıraktıktan sonra köşeye çekilmemiş, kurduğu sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla bölgesel ve küresel meselelere dair çeşitli faaliyetleri ortaya koymayı sürdürmüştü. Ki bunlar arasında, George D. Bush ve Tony Blair'in Irak istilâsına yol açacak şekilde uluslararası kamuyounu yanlış bilgilendirmeleri nedeniyle Kuala Lumpur'da bir mahkede yargılanmalarına kadar varan girişimi biliniyor.
 
Endonezya ise belli ki, modern tarihinde darbeler ve darbemsi girişimlere bizatihi Ortadoğu'dakine benzer aktörler eliyle tanık olduğu için, gelişmeleri görmezden gel(e)mese bile, kılıfına uydurmayı yeğliyor. Nasıl tepki vermesi beklenebilir ki... Daha düne kadar çatışma bölgesi olan Açe'de, halen siyasi huzursuzluğun sürdüğü Papua'da insan hakları ihlâlleri ve toplu ölümler konusunda özel mahkemeler kurulması uluslararası anlaşmalara konu olmasına rağmen, halen icraatı konusunda bir girişim söz konusu değilken; ve sözde 'teröristlere yönelik' baskınları gerçekleştiren Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı "Densus 88" adlı terörle mücadele özel birliklerinin 'sorumsuz' icraatlarına yönelik olarak geçen 1 Mart'ta, içinde Muhammediyye'nin, Alimler Birliği'nin (Nahdat'ul Ulama) ve Ulusal İnsan Hakları Komisyonu'nun da (Komnas HAM) bulunduğu önemli sivil toplum kuruluşlarının açıkça ortaya koydukları tepkilerine karşı gerekli girişimlerde bulunmayan bir siyasi iktidar Ortadoğu'daki gelişmeleri nasıl yorumlayabileceği hususu gözlemcilerin dikkat çektiği hususlar arasında geliyor.
 
16 Ağustos'da, yani Bağımsızlık günü yaptığı konuşmada Mısır'daki gelişmelere değinen SBY, tarafları sukunete davet ederek, sorunun kazan-kazan yaklaşımıyla çözüme kavuşturulmasına vurgu yapıyordu. Bu "kazan-kazan" kavramının şu an Mısır'daki gelişmeler için ne anlama geldiğinin muğlaklığı ise yeterince ortada değil mi? Bu süreçte Enver İbrahim'in 17 Ağustos tarihinde Başbakan Erdoğan'la yaptığı görüşmenin ardından SBY'ı rol almaya sevk eden açıklama geldi. Bunun ardından, SBY'ın bu mesajı aldığı şeklinde yorumlanabilecek bir gelişme oldu. Endonezya Dış İşleri Bakanı 22 Ağustos'da Dış İşleri Bakanı Martin Natalegawa, New York'a giderek BM Güvenlik Konseyi'nde görüşmeler başladı.
 
En son geçen Cuma günü iki ülke -yani Malezya ve Endonezya- siyasi liderlerinin yaptıkları telefon konuşmasının içeriği kısa da olsa SBY tarafından basına aktarıldı. Buna göre, SBY Mısır'daki gelişmeler konusunda her iki ülkenin aynı görüşte olduğunu, yani Mısır'daki sorunun barışçıl ve kalıcı bir şekilde sonuçlandırılmasını umut ettiklerini belirtiyordu. Kalıcı toplumsal barışın tesisi konusunda 'temenni' noktasında kimsenin kuşkusu yok zaten. Ancak bu noktada yapılması gereken mevcut asker-sivil denkleminde bir yanıyla bakıldığında demokratik haklar, öte yanıyla ki -bunun hiç de azımsanabilir bir tarafı olmamalı- İslami referansları dikkate almak gerekmiyor mu? Bunun bugüne kadar ne kadar ciddiyetle çözüm bağlamında dikkate alındığına dair maalesef hiç bir iz bulunmuyor. Bu durumda, giriş bölümünde dile getirdiğimiz üzere, zamanı geldiğin çoğunluğu Müslüman bir ülke olmakla gururun neye tekabül ettiğini anlamakta zorlanmamak elde değil.
 
Biri, İslam Örgütü Teşkilatı'nın kuruluşunda başat rol oynamış; diğeri ise, bu Teşkilat içinde nüfusça en çok Müslüman nüfusu barındıran bir ülke sıfatını taşıması kadar sahip olduğu iki büyük cemaat yapısıyla, değil sadece bölgesinde dünyada ses getirebilecek faaliyetlere imza atması beklenen bir toplumsal potansiyele sahip ülke yöneticilerinin, üzerinde yükseldikleri ana vatanlarında var oluş dayanaklarını oluşturan geniş Müslüman kitleler hatırına ortaya koyacakları girişimleri hiç kuşku yok ki, Ortadoğu'daki gelişmeleri pozitif yönde etkileyebilecek boyutta olacaktır. İki ülkenin halklarının beklentisi de bu yönde...
 
Diğer Haberler
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İstanbul Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0212 970 87 88 | Haber Scripti: CM Bilişim