• BIST 9693.46
  • Altın 2508.406
  • Dolar 32.5788
  • Euro 34.7848
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 20 °C

Abdülkadir Selvi, cumartesi görüşmesinin perde arkasını anlattı

Abdülkadir Selvi, cumartesi görüşmesinin perde arkasını anlattı
Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, İzleme Heyeti krizi sonrası Cumartesi akşamı (21 Mart 2015) bir araya geldiği ortaya çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu'nun görüşmesinin perde arkasını anlattı.

"Cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki bir sürtüşme ise sadece kendilerine değil, bu millete zarar verir" siyen Selvi, "Kimse bu millet 7 Haziran’da sandığa bizim tek başımıza iktidarımızı tescil etmek üzere gidecek diye bakmasın. Bu milletin sağı solu belli olmaz" ifadesini kullandı. 

Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "İzleme Heyeti'ne karşıyım" çıkışını eleştiren Selvi, şunları söyledi:

"İzleme Komitesi başta olmak üzere sürece ilişkin eleştirilerde bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ”Verilen sözlerin defalarca çiğnendiği bir ortamda somut adımları görmeden daha ileriye gidemeyiz” uyarısı yerinde." 

Selvi'nin Yeni Şafak'ta "Erdoğan ve Davutoğlu görüşmesinde ne konuşuldu?" başlığıyla yayımlanan (24 Mart 2015) yazısı şöyle:

Nevruz’dan bir gün önceydi.

Diyarbakır’dan Mardin’e doğru yola çıktık.

Yollar dolu, araçlar vızır vızır işliyor.

Çınar ilçesine geldik. Yolun bir kısmı trafiğe kapatılmıştı.

Renkli giysiler içindeki bir grup halay çekiyor, etrafında toplananlar ise zılgıt çekerek onlara eşlik ediyorlar.

Nevruz için Cizre’den yürüyerek yola çıkan HDP’lilermiş.

90’lı yıllarda hem de Nevruz’da askeri konvoy olmadan Diyarbakır’dan çıkmaya izin verilmez, ayrıca HDP’lileri ambulanslar değil, tanklar ve panzerler beklerdi.

Cuma namazını bir köyde “Muhammed Ali” Camii'nde kılıyoruz. Namazdan sonra köylülerle askerler sohbet ediyorlar.  Müthiş bir yağmur yiyoruz. Bir ara dolu yağıyor. Tekrar yola koyuluyoruz. Mardin yön levhasını gösteren bir yerde “Beyaz bir Toros” duruyor.

Yıllardır bölgede gazetecilik yapan Çetiner Çetin, ”Beyaz Toros artık Kürtleri korkutmuyor” diyor.

Beyaz Toros’a binenin bir daha gelmediği yıllar geride kalmış. 

Mardin’de bir gün önce kutlanıyor Nevruz. Konya’da alışkanlık oldu ya burada da sahneye çıkıyoruz. Ahmet Türk başta olmak üzere HDP’lilerle selamlaşıyoruz. Nevruz meydanında gençler ya halay çekiyor, ya  ”Biji Serok Apo” diye slogan atıyor ya da selfie çekiyorlar.  En ufak bir gerginlik yok.

Cizre yoluna düşüyoruz. Her biri askeri operasyonlarla, çatışmalarla zihnimize yer etmiş olan Gabar’ın eteklerinden, Cudi’nin yanından geçiyoruz. Ne askeri hareketlilik var, ne helikopterlerin biri inip kalkıyor, dağlar ıssız. Eteklerinde çocuklar koyun otlatıyor.

Buraya kadar gelmişken Mar Gabriel Manastırı'na uğramadan olmaz.

Son çıkarılan demokratikleşme paketiyle, Mor Gabriel, Süryanilere devredilerek bir ayıba son verilmişti. Mor Gabriel’in avlusuna adım attığımızda 4 kadınla karşılaşıyoruz. “4 kadın İstanbul’dan çıktık, üç gündür bölgeyi geziyoruz. En ufak bir huzursuzluk hissetmedik. Bizim için çözüm bu” diyorlar.

Sonra sancılı şehir Cizre’ye giriyoruz. Sıcak bir dostluk gösteriyor Cizreliler. İki gün yoğun çatışmalara sahne olan, giriş çıkışlarında hendek kazılan Nur ve Cudi mahallelerini geziyoruz. Hendekler kapatılmış. Mahallelere giriş çıkışlar normal. Çocuklar sokaklarda oyun oynuyorlar. Kapatılan hendeklerin başında durup fotoğraf çektiriyoruz. Şehirdeki hendekler kapatılmış ama yüreklerdeki hendekler açık duruyor.

90’lı yıllarda Nevruz için ekipler oluştururken, İstanbul ve Ankara’daki haber merkezleri bölgeyi paylaşırdık. Diyarbakır’a ayrı, Şırnak’a ayrı, Cizre’ye ayrı Yüksekova’ya ayrı ekipler çıkarırdık. Tansu Çiller’in Başbakanlık görevini üstlendiği hafta, Şırnak ve Cizre’de sokak çatışmaları olmuş, “Şehir düştü düşecek” kaygısı yaşanmıştı.

Eğer bugün Türkiye savaşı değil çözümü konuşuyorsa bu işte en büyük pay sahibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Eğer bu ülkede birisi çözüm hakkında konuşacaksa en büyük pay yine Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

Çünkü bugün sahip olduğumuz barış zeminini o sağladı. 2005 yılında Diyarbakır meydanında, ”Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur” diye başlattığı süreç, PKK’nın silah bırakması aşamasına kadar geldi.

Erdoğan’dan önce de Kürt sorununu gündeme getiren liderler oldu. 90’lı yıllar Demirel’in, ”Kürt realitesini tanıyoruz” sözleri, Tansu Çiller’in, ”Bask Modeli”nden söz etmesiyle başladı. Ama tam bir cehenneme döndü. Faili meçhuller ve OHAL zihniyeti hakim oldu. Genelkurmay Başkanları’nın “düşük yoğunluklu savaş” tanımlaması yaptığı yıllardı.

Mesut Yılmaz’da “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” demişti ama demekle olmuyordu. Erdoğan bu işin arkasına iradesini koydu. “Baldıran zehri içmeye hazırım” sözü bir parolaydı adeta. Ölümü göze alırcasına yürütülen bir süreç oldu. Barışa sadece Kürtlerin inanması yetmiyordu, ülkenin bölünmeyeceği ve PKK’ya taviz verilmediği konusunda Türklerinde ikna edilmesi gerekiyordu. Erdoğan’ın güçlü liderliği ve güven veren kişiliği sayesinde Türklerin de ikna edilmesi sağlandı.

İzleme Komitesi başta olmak üzere sürece ilişkin eleştirilerde bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ”Verilen sözlerin defalarca çiğnendiği bir ortamda somut adımları görmeden daha ileriye gidemeyiz” uyarısı yerinde. Geri çekilmede olduğu gibi her defasında söz verdiler ama arkasında durmadılar.

Ama buna rağmen çözümün mimarı olarak Erdoğan’ın, ”Son nefesimize kadar bu ülkede çözüm süreciyle tesis ettiğimiz kardeşliğimizin mücadelesini sürdüreceğiz” sözü önemli bir taahhüttür. Çözüm süreci konusunda samimi değil diyenlere karşı verilmiş bir cevaptır.

Bu arada çözüm süreci üzerinden başlayan gerilim, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun cumartesi akşamı İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı görüşme ile çözüm yoluna girdi. Çözüm süreci üzerinden yürütülen tartışmanın hem çözüme hem hükümete zarar verdiği noktasında bir görüş birliğine varıldı. Her dönemde Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında sorun olabiliyor. Ama bu dönemin özelliği Davutoğlu ile Erdoğan 24 saate kalmadan bir araya gelip, sorunu krize dönüştürmeden konuşup, çözebiliyorlar. Bu sistem olduğu sürece ileride de sorunlar çıkacak ama, ikili arasındaki bu ilişki sorunlara karşı önemli bir sigorta işlevi görüyor.

Erdoğan’la hükümet arasındaki bir sürtüşmenin kimseye yararı yok. Çünkü bu tür tartışmaların kazananı olmaz.

Biz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı seviyoruz. Ama makamı,  mevkii için değil. Recep Tayyip Erdoğan olduğu için seviyoruz. Aynı şey Ahmet Davutoğlu için de geçerli.

Bu ikisinin uyumundan bir sinerji doğacağına inanıyoruz. Ama Cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki bir sürtüşme ise sadece kendilerine değil, bu millete zarar verir. Sadece millete değil, mazlum ve sahipsiz olan bu ümmete zarar verir. Buna kimsenin hakkı yoktur.

Farkında mısınız bilmem ama seçimlere 75 gün kaldı. Kimse bu millet 7 Haziran’da sandığa bizim tek başımıza iktidarımızı tescil etmek üzere gidecek diye bakmasın.

Bu milletin sağı solu belli olmaz.

Diğer Haberler
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İstanbul Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0212 970 87 88 | Haber Scripti: CM Bilişim